el-ḵarret - el-ḵurret ~ اَلْقَرَّةُ

Kamus-ı Muhit - القرة maddesi

اَلْقَرَّةُ [el-ḵarret - el-ḵurret] (ḵâf’ın fethi ve zammıyla) ve

اَلْقُرُورُ [el-ḵurûr] (ظُهُورٌ [żuhûr] vezninde) Gözün ağlaması munkatıʹ olmakla serinlemek maʹnâsınadır ki dil-şâd olmaktan kinâyedir. ʹAlâ-kavlin müştâk ve ârzû-mend olduğunu görmek maʹnâsınadır; ikisi de sürûr-ı kalbi müstelzimdir; yukâlu: قَرَّتْ عَيْنُهُ قَرَّةً وَقُرَّةً وَقُرُورًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا بَرَدَتْ وَانْقَطَعَ بُكَاؤُهَا أَوْ رَأَتْ مَا كَانَتْ مُتَشَوِّقَةً إِلَيْهِ

اَلْقُرَّةُ [el-ḵurret] (ḵâf’ın zammıyla) Kurbağaya denir; ḵâf’ın harekât-ı selâsıyla da lügattir; yukâlu: يُقَرْقِرُ الْقِرَّةُ أَيِ الضِّفْدَعُ Ve

قُرَّةُ [Ḵurret] Ḵâdisiyye kurbünde bir karye adıdır. Ve bir atım şey΄e denir, دُفْعَةٌ [dufʹat] maʹnâsına; ve minhu yukâlu: قَرَّرَتِ النَّاقَةُ تَقْرِيرًا إِذَا رَمَتْ بِبَوْلِهَا قُرَّةً قُرَّةً أَيْ دُفْعَةً دُفْعَةً Ke-mâ se-yuzkeru.

اَلْقِرَّةُ [el-ḵirret] (ḵâf’ın kesriyle) Bir adama isâbet eden soğuğa denir ki o adam soğuk geçmiş olur; tekûlu: آذَتْنِي قِرَّةٌ وَهِيَ مَا أَصَابَكَ مِنَ الْقُرِّ

اَلْقِرَةُ [el-ḵiret] (عِدَةٌ [ʹidet] vezninde) Bu dahi temkînli ve vakarlı olmak maʹnâsınadır; yukâlu: وَقَرَ الرَّجُلُ قِرَةً مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا رَزُنَ Ve

قِرَةٌ [ḵiret] Şol koyun sürüsüne denir ki yanında köpeği ve çobanı ve merkebi berâber ola. Bunlardan birisi eksik olsa ıtlâk olunmaz. Ve

قِرَةٌ [ḵiret] ʹIyâle ıtlâk olunur. Ve ağırlık, ثِقَلٌ [šamp;iḵal] maʹnâsınadır; tekûlu: مَا عَلَيَّ مِنْكَ قِرَةٌ أَيْ ثِقَلٌ Ve pek pîr ve sâl-horde adama denir. Ve hastalık ve maraz vaktine denir ki ağırlık hengâmıdır; yukâlu: أَثْقَلَهُ الْقِرَةُ أَيْ وَقْتُ الْمَرَضِ Ve koyuna ve sâ΄ir mâl ve mevâşîye denir.

Vankulu Lugatı - القرة maddesi

اَلْقُرَّةُ [el-ḵurret] (ḵâf’ın zammıyla) Kezâlik masdardır, göz soğumak maʹnâsına; yukâlu: قَرِرْتُ بِهِ عَيْنًا وَقَرَرْتُ بِهِ عَيْنًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ وَالثَّانِي قُرَّةً فِيهِمَا وَيُقَالُ قَرَّتْ عَيْنُهُ تَقَرُّ وَتَقِرُّ نَقِيضُ سَخُنَتْ Ve سُخُونَةٌ [suḣûnet] harârete derler.

اَلْقِرَّةُ [el-ḵirret] (ḵâf’ın kesriyle) Soğuk maʹnâsınadır; yukâlu: أَشَدُّ الْعَطَشِ حِرَّةٌ عَلَى قِرَّةٍ وَرُبَّمَا قَالُوا أَجِدُ حِرَّةً تَحْتَ قِرَّةٍ Ve

قِرَّةٌ [ḵirret] Şol vakte derler ki maraz onda ʹavdet eder ola; yukâlu: ذَهَبَتْ قِرَّتُهَا أَيِ الْوَقْتُ الَّذِي يَأْتِي فِيهِ الْمَرَضُ وَالْهَاءُ لِلْعِلَّةِ Yaʹnî قِرَّتُهَا da olan zamîr عِلَّةٌ [ʹillet]e râciʹdir.

اَلْقِرَةُ [el-ḵiret] (ḵâf’ın kesriyle عِدَةٌ [ʹidet] vezni üzere) Bi-maʹnâhu; ve yukâlu: وَقَرَ يَقِرُ قِرَةً Ve

قِرَةٌ [ḵiret] Çok koyuna dahi derler, وَقِيرٌ [veḵîr] gibi, nitekim ʹan-karîb gelir.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı