el-muṡalṡal ~ اَلْمُصَلْصَلُ

Kamus-ı Muhit - المصلصل maddesi

اَلصَّلْصَلَةُ [eṡ-ṡalṡalat] (زَلْزَلَةٌ [zelzelet] vezninde) ve

اَلْمُصَلْصَلُ [el-muṡalṡal] (مُدَحْرَجٌ [mudaḩrec] vezninde masdar olarak) Bu dahi bir nesne seslenmek maʹnâsınadır ki tekerrürü mutazammındır; yukâlu: صَلْصَلَ الشَّيْءُ صَلْصَلَةً وَمُصَلْصَلًا إِذَا صَوَّتَ Ve yâbis nesnenin eczâsı birbirine dokunmakla çığıştamak maʹnâsınadır; yukâlu: صَلْصَلَ اللِّجَامُ إِذَا تُوُهِّمَ تَرْجِيعُ صَوْتِهِ Pes صَلِيلٌ [ṡalîl] ile bunun farkı olur. Kezâlik صَلْصَلٌ [ṡalṡal] çan çıngırdamak maʹnâsınadır; yukâlu: صَلْصَلَ الْجَرَسُ إِذَا رُجِّعَ صَوْتُهُ Ve bir adamı lisânla tahvîf ve tehdîd eylemek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: صَلْصَلَ فُلَانًا إِذَا أَوْعَدَهُ وَتَهَدَّدَهُ Ve ʹaskerin başbuğunu katl eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: صَلْصَلَ الرَّجُلُ إِذَا قَتَلَ سَيِّدَ الْعَسْكَرِ Ve raʹd muhtelıt gürüldemeyip bir düzeye doru savtla gürüldemek maʹnâsınadır; yukâlu: صَلْصَلَ الرَّعْدُ إِذَا صَفَا صَوْتُهُ Ve lâf u güzâf ile söze âb u tâb vererek mutesanniʹâne tekellüm eylemek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: صَلْصَلَ الْكَلِمَةَ إِذَا أَخْرَجَهَا مُتَحَذْلِقًا Ve

صَلْصَلَةٌ [ṡalṡalat] İsm olur, gölde kalan su bakiyyesine ve kap dibinde kalan dühn ve zeyt bakiyyesine denir| çalkanıp seslendiklerine mebnîdir.

اَلصُّلْصُلُ [eṡ-ṡulṡul] (بُلْبُلٌ [bulbul] vezninde) ve

اَلصُّلَاصِلُ [eṡ-ṡulâṡil] (عُلاَبِطٌ [ʹulâbiṯ] vezninde) ve

اَلصَّلْصَالُ [eṡ-ṡalṡâl] (سَلْسَالٌ [selsâl] vezninde) ve

اَلْمُصَلْصِلُ [el-muṡalṡil] (ism-i fâʹil bünyesiyle) Anırgan bülend-âvâz eşeğe vasf olur; yukâlu: حِمَارٌ صُلْصُلٌ وَصُلَاصِلٌ وَصَلْصَالٌ وَمُصَلْصِلٌ أَيْ مُصَوِّتٌ Ve

صُلْصُلٌ [ṡulṡul] (بُلْبُلٌ [bulbul] vezninde) صَلْصَلَةٌ [ṡalṡalet] gibi gölde kalan su bakiyyesine denir; صُلْصُلَةٌ [ṡulṡulat] dahi denir ṡâd’ın zammı ve hâ’yla. Kezâlik dühn ve zeyt makûlesinin kapta kalan bakiyyesine denir. Ve atın alnında olan perçeme denir; bunda fethle de zebân-zededir, ʹalâ-kavlin atın yelesi bittiği yerde olan kılların içinde olan beyâza denir. Ve kadeh ve kâseye yâhûd küçüğüne denir. Ve bir kuşun ismidir, ʹalâ-kavlin üveyik kuşuna denir, فَاخِتَةٌ [fâḣitet] maʹnâsına. Ve hayvân güdüp otlatmakta uz ve mâhir olan çobana ve sığırtmaca denir. Ve tarîk-i Medîne’de bir mevziʹ ismidir. Ve Yemâme kurbünde bir su adıdır. Ve bir başka mevziʹ ismidir. Ve at kısmının arkasının ve sîne-bend yerinin tüyleri dökülmekle yerlerinde kalan hurde beyâz tüylere denir. Ve

صَلْصَالٌ [ṡalṡâl] Kum ile karışık hâlis ve pâkîze çamura denir; ʹalâ-kavlin tabh olunup saksı yapılmazdan mukaddem ıtlâk olunur, tabh olundukta فَخَّارٌ [faḣḣâr] denir; ve minhu kavluhu taʹâlâ: ﴿خَلَقَ الْإِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ﴾ الآية، وَهُوَ الطِّينُ الْحُرُّ خُلِطَ بِالرَّمْلِ أَوِ الطِّينِ مَا لَمْ يُجْعَلْ خَزَفًا Şârih der ki ʹinde’l-baʹz bunun aslı صَلَّالٌ [ṡallâl] idi شَدَّادٌ [şeddâd] vezninde lâm’ın biri ṡâd’a ibdâl olundu.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı