اَلنُّصُولُ [en-nuṡûl] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) Sakalın boyası sıyrılıp rengi zâ΄il olmak maʹnâsınadır; yukâlu: نَصَلَتِ اللِّحْيَةُ نُصُولًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ وَالثَّالِثِ إِذَا خَرَجَتْ مِنَ الْخِضَابِ Ve yılan ve ʹakreb ve arı makûlesinin soktuğu yerin iğnesi ve semmi zâ΄il ve ber-taraf olmak maʹnâsınadır; yukâlu: نَصَلَتِ اللَّسْعَةُ وَالْحُمَّةُ إِذَا خَرَجَ سُمُّهُمَا وَزَالَ أَثَرُهُمَا Ve davarın tırnağı yerinden kopup çıkmak maʹnâsınadır; yukâlu: نَصَلَ الْحَافِرُ إِذَا خَرَجَ مِنْ مَوْضِعِهِ
اَلنُّصُولُ [en-nuṡûl] (zammeteynle) Davarın tırnağı yerinden çıkmak; yukâlu: نَصَلَ الْحَافِرُ إِذَا خَرَجَ مِنْ مَوْضِعِهِ Ve
نُصُولٌ [nuṡûl] Kılın boyası çıkmağa dahi derler; yukâlu: نَصَلَ الشَّعْرُ يَنْصُلُ نُصُولًا إِذَا زَالَ عَنْهُ الْخِضَابُ يُقَالُ لِحْيَةٌ نَاصِلٌ Ve
نُصُولٌ [nuṡûl] Temren oktan çıkmağa dahi derler; yukâlu: نَصَلَ السَّهْمُ إِذَا خَرَجَ مِنْهُ النَّصْلُ ve minhu kavluhum: رَمَاهُ بِأَفْوَقَ نَاصِلٍ Ve أَفْوَقُ [efvaḵ] şol oka derler ki gezi ufanmış ola. Ve
نُصُولٌ [nuṡûl] Okun temreni bir yere saplanıp çıkmamağa dahi derler; pes bu azdâddan olur, kezâ kâle’l-Cevherî ve fîhi te΄emmul. Ve
نُصُولٌ [nuṡûl] نَصْلٌ [naṡl]ın cemʹi dahi gelir.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı