ʹabr ~ عَبْرٌ

Kamus-ı Muhit - عبر maddesi

Mü΄ellifin Baṡâ΄ir’de beyânına göre mâdde-i mezkûre bir hâlden bir hâle tecâvüz eylemeğe mevzûʹdur. Ondan عُبُورٌ [ʹubûr] mâddesi suyu tecâvüz eylemekte gâlib oldu, gerek sibâhat ve gerek sefîne ve devâbb ve kantara ile olsun. Ve عُبْرُ الْعَيْنِ [ʹubru’l-ʹayn] ve دَمْعَةٌ [demʹat] maʹnâsına olan عَبْرَةٌ [ʹabret] ondan münşaʹibdir. Ve عِبَارَةٌ [ʹibâret] ki lisân-ı mütekellimden semʹ-i sâmiʹe ʹâbir olan kelâm olacaktır ve عِبْرَةٌ [ʹibret] ki maʹrifet-i müşâhedden müşâhed olmağa vesîle-i tavassul olan hâletten ʹibârettir ve عَبْرُ رُؤْيَا [ʹabru ru΄yâ] ve تَعْبِيرٌ [taʹbîr] ki rü΄yânın zâhirinden bâtınına ʹubûrdur, ondan müteferriʹlardır. İntehâ. Ve

عَبْرٌ [ʹabr] ve

عُبُورٌ [ʹubûr] (ظُهُورٌ [żuhûr] vezninde) Çayın ve derenin beri yakasından öte yakasına geçmek maʹnâsınadır ki maʹnâ-yı mevzûʹudur; yukâlu: عَبَرَ الْوَادِي وَالنَّهْرَ عَبْرًا وَعُبُورًا إِذَا قَطَعَهُ مِنْ عِبْرِهِ إِلَى عِبْرِهِ Ke-mâ se-yuzkeru. Ve ölmek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: عَبَرَ الْقَوْمُ إِذَا مَاتُوا Ve sürʹatle yolu yarıp gitmek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: عَبَرَ السَّبِيلَ إِذَا شَقَّهَا أَيْ مَرَّ كَأَنَّهُ شَقَّهَا Ve bâ΄ harfiyle müteʹaddî olur, bir adamı beri tarafa geçirmek maʹnâsına; yukâlu: عَبَرَ بِهِ الْمَاءَ إِذَا جَازَ Ve

عَبْرٌ [ʹabr] Mektûb makûlesini refʹ-i savt eylemeyip âhestece te΄ennî ile kırâ΄at ederek maʹnâ ve mefhûmunu tedebbür ve te΄emmül eylemek maʹnâsına müstaʹmeldir ki mantûkundan mefhûmuna ʹubûr eylemektir; yukâlu: عَبَرَ الْكِتَابَ عَبْرًا إِذَا تَدَبَّرَهُ وَلَمْ يَرْفَعْ صَوْتَهُ بِقِرَاءَتِهِ Ve metâʹ ve akçe makûlesinin kumaş ve ʹayârı ne gûnedir ve vezni ne mikdârdır diye nazar ve dikkat ve imʹân eylemek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: عَبَرَ الْمَتَاعَ وَالدَّرَاهِمَ إِذَا نَظَرَ كَمْ وَزْنُهَا وَمَا هِيَ Ve koç kısmının yününü bir sene kırkmayıp öylece terk eylemek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: عَبَرَ الْكَبْشَ إِذَا تَرَكَ صُوفَهُ عَلَيْهِ سَنَةً Ve kuşu ürkütüp kaldırmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: عَبَرَ الطَّيْرَ عَبْرًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ وَالثَّانِي إِذَا زَجَرَهَا Ve mahzûnluktan nâşî göz yaşı akmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: عَبَرَ الرَّجُلُ عَبْرًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا جَرَتْ عَبْرَتُهُ وَحَزِنَ Ve

عَبْرٌ [ʹabr] Çok şey΄e denir, ke-mâ se-yuzkeru.

اَلْعُبْرُ [el-ʹubr] (ʹayn’ın zammıyla) Hüzn ve endûhtan nâşî gözün kızgınlığına denir ki ağlamak mukaddimesi olan hâlettir; fethateynle de lügattir; yukâlu: أَرَاهُ عُبْرَ عَيْنِهِ وَعَبَرَ عَيْنِهِ أَيْ سُخْنَتَهَا Yaʹnî “Onu sevmemekten yâhûd mahzûn ve endûh-nâk olmaktan nâşî ona gözünün germiyyetini yaʹnî bükâ eyleyecek emâre ve ʹalâmetini irâ΄et eyledi.” Kâle’ş-şârih ve fî hadîsi Ummi Zerʹ: “وَعُبْرَ جَارَتِهَاḢ أَيْ أَنَّ ضَرَّتَهَا تَرَى مِنْ عِفَّتِهَا مَا تُعْتَبَرُ وَقِيلَ إِنَّهَا تَرَى مِنْ جَمَالِهَا مَا يُعَبِّرُ عَيْنَهَا أَيْ مَا يُسْخِنُهَا وَيُبْكِيهَا وَمِنْهُ الْعَيْنُ الْعَبْرَى Ve

عُبْرٌ [ʹubr] Çok şey΄e ıtlâk olunur. Ve cemâʹate ıtlâk olunur. Ve bir kabîle adıdır. Ve veledi vefât eylemiş hatuna ıtlâk olunur; yukâlu: إِمْرَأَةٌ عُبْرٌ أَيِ الثَّكْلَى Ve şiddet ve sürʹatle seyr eden sehâblara ıtlâk olunur; bunda عَابِرٌ [ʹâbir]in cemʹi olur. Ve tavşancıl kuşuna ıtlâk olunur.

اَلْعِبْرُ [el-ʹibr] (ʹayn’ın kesri ve fethiyle) Derenin ve çayın kıyısına ıtlâk olunur ki öte geçecek yeridir; yukâlu: اَلْفُرَاتُ يَضْرِبُ الْعِبْرَيْنِ بِالزَّبَدِ وَهُمَا شَطَّاهُ وَنَاحِيَتَاهُ Ve

عِبْرٌ [ʹibr] (hârekât-ı selâsla) Şol hayvâna ve insâna ıtlâk olunur ki be-gâyet kavî ve tüvânâ olmakla mürûr eylediği yeri gûyâ ki şakk edip öylece ʹubûr eder ola. Ve bunun müfredi ve cemʹi müsâvîdir; yukâlu: نَاقَةٌ عِبْرُ أَسْفَارٍ مُثَلَّثَةً أَيْ قَوِيَّةٌ تَشُقُّ مَا مَرَّتْ بِهِ وَكَذَا رَجُلٌ وَرِجَالٌ وَجَمَلٌ وَجِمَالٌ Ve

عِبْرٌ [ʹibr] (ʹayn’ın kesriyle) Kesîrü’l-ehl olan meclise vasf olur; ʹayn’ın fethiyle de lügattir; yukâlu: مَجْلِسٌ عِبْرٌ وَمَجْلِسٌ عَبْرٌ أَيْ كَثِيرُ الْأَهْلِ Ve

عِبْرٌ [ʹİbr] Nehr-i Furât’ın cânib-i garbîsinden berriyye-i ʹAraba kadar mümtedd olan arza ıtlâk ederler. Ve bir kabîle adıdır.

Vankulu Lugatı - عبر maddesi

اَلْعُبْرُ [el-ʹubr] (ʹayn’ın zammı ve bâ’nın sükûnuyla) Bi-maʹnâhu; yukâlu: لِأُمِّهِ الْعُبْرُ وَالْعَبَرُ وَرَأَى فُلَانٌ عُبْرَ عَيْنِهِ Ve

عُبْرٌ [ʹubr] Cânib maʹnâsına da gelir; yukâlu: هَذَا عُبْرُ النَّهْرِ أَيْ شَطُّهُ وَجَانِبُهُ Ve bir husûsta devâm üzere olmağa dahi derler; yukâlu: جَمَلٌ عُبْرُ أَسْفَارٍ وَجِمَالٌ عُبْرُ أَسْفَارٍ وَنَاقَةٌ عُبْرُ أَسْفَارٍ يَسْتَوِي فِيهِ الْوَاحِدُ وَالْجَمْعُ وَالْمُؤَنَّثُ مِثْلُ الْفُلْكِ أَيْ لَا يَزَالُ يُسَافَرُ عَلَيْهِ وَكَذَلِكَ عِبْرُ أَسْفَارٍ بِالْكَسْرِ Ve

عُبْرٌ [ʹubr] (kezâlik zammıyla) كَثِيرٌ maʹnâsına gelir, Ebû ʹUbeyd, Aṡmaʹîden rivâyet ettiği üzere.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı