el-libed ~ اَللِّبَدُ

Kamus-ı Muhit - اللبد maddesi

اَللَّبْدُ [el-lebd] (حَمْدٌ [ḩamd] vezninde) Bir mikdâr yünü didip su ile ıslattıktan sonra keçe gibi dikip arkada olan libâsı yırtmamak için kılıç kınının ucuna sarmak maʹnâsınadır; yukâlu: لَبَدَ الصُّوفَ لَبْدًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا نَفَشَهُ وَبَلَّهُ بِمَاءٍ ثُمَّ خَاطَهُ وَجَعَلَهُ فِي رَأْسِ الْغِمْدِ وِقَايَةً لِلْبِجَادِ أَنْ يَخْرِقَهُ

اَللُّبُودُ [el-lubûd] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) ve

اَللَّبَدُ [el-lebed] (fethateynle) Bir yerde mukîm olmak maʹnâsınadır; yukâlu: لَبَدَ الرَّجُلُ بِالْمَكَانِ وَلَبِدَ لُبُودًا وَلَبَدًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ وَالرَّابِعِ إِذَا أَقَامَ بِهِ Ve bir nesneye yapışmak maʹnâsınadır; yukâlu: لَبَدَ بِهِ وَلَبِدَ بِهِ إِذَا لَزِقَ بِهِ

اَللِّبْدُ [el-libd] ve

اَللِّبْدَةُ [el-libdet] (lâm’ların kesriyle) ve

اَللُّبْدَةُ [el-lubdet] (عُمْدَةٌ [ʹumdet] vezninde) Keçeye denir, gerek yünden ve gerek kıldan olsun. Cemʹi أَلْبَادٌ [elbâd] ve لُبُودٌ [lubûd] gelir.

اَللُّبَدُ [el-lubed] (صُرَدٌ [ṡurad] vezninde) ve

اَللَّبِدُ [el-lebid] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) Menzilinden hergiz ayrılmayıp kesb ü kâr için seyr ve hareket etmez olan tenbel adama denir ki keçe gibi gûyâ ki yerine yapışık olur; yukâlu: رَجُلٌ لُبَدٌ وَلَبِدٌ إِذَا كَانَ لاَ يَبْرَحُ مِنْ مَنْزِلِهِ وَلاَ يَطْلُبُ مَعَاشًا Ve

لُبَدٌ [lubed] (صُرَدٌ [ṡurad] vezninde) Nüsûr-ı Loḵmân’ın âhiri yaʹnî en sonraya kalan نَسْرٌ [nesr]inin ismidir; helâk olmaz zannıyla tesmiye eylemiştir. Ve نَسْرٌ [nesr] kerkes dedikleri kuştur. Loḵmân-ı mezbûr, Loḵmân-ı Ḩekîm’in gayrıdır ve bu ʹÂd kavmindendir. ʹArablar şöyle zuʹm ederler ki kavmi mezbûr Loḵmân’ı istiskâ için Ḩarem-i şerîfe irsâl edip kendi Ḩarem’de iken kavmi bi’l-cümle mazhar-ı kahr-ı ilâhî olmakla mezbûr gûyâ ki taraf-ı rabbânîden iki mâdde zımnında tahyîr olundu. Gûyâ ki mezbûr Ḩarem’de Hak celle ve ʹalâ dergâhından tûl-ı ʹömr niyâz eylemekle kumral tüylü dağöküzü veledleri olarak ki yedi dâne, her biri esmer ve matar isâbet eylemeyen otsuz susuz dağda îvâ eder olalar, onları istishâb yaʹnî her biri helâk oldukta yerine birini istishâb edip onların mecmûʹunun ʹömrü kadar muʹammer ola yâhûd yedi dâne nesr ittihâz ede ki her biri helâk oldukta yerine yavrularından birini ahz edip ʹömr-i tabîʹî üzere muʹammer olup o helâk oldukta bir yavru dahi ittihâz eyleye. Hülâsa bu minvâl üzere nüsûr-ı sebʹanın ʹömrü mikdârı muʹammer ola. Pes Lokmân şıkk-ı sânîyi ihtiyâr eyledi. Ve her nesr seksener sene muʹammer olup en sonra kalana bu helâk olmaz zuʹmüyle Lubed ıtlâk eyledi. Baʹdehu Lubed dahi helâk olmakla Loḵmân dahi ona peyrev oldu. Ve her birinin ism-i mahsûsu vardır ve ʹArablar onunla teşe΄΄üm edip يَا شُوْمُ [yâ şu΄mu] mevkiʹinde يَا لُبَدُ [yâ Lubedu] derler. Ve

لُبَدٌ [lubed] (صُرَدٌ vezninde) ve

لاَبِدٌ [lâbid] ve

لُبَّدٌ [lubbed] (سُكَّرٌ [sukker] vezninde) Çok mâla ıtlâk olunur; yukâlu: مَالٌ لَبِدٌ ولاَبِدٌ وَلُبَّدٌ أَيْ كَثِيرٌ

Vankulu Lugatı - اللبد maddesi

اَللِّبَدُ [el-libed] (lâm’ın kesriyle ve bâ’nın fethiyle) لِبْدَةٌ [libdet]in cemʹidir, قِرْبَة [ḵirbet] ile قِرَبٌ [ḵireb] gibi.

اَللَّبَدُ [el-lebed] (fethateynle) Yün, sûf maʹnâsına. Ve kavluhum: “مَا لَهُ سَبَدٌ وَلَا لَبَدٌ” اَلسَّبَدُ اَلشَّعْرُ وَاللَّبَدُ الصُّوفُ Yaʹnî “Onun aslâ esbâbdan bir nesnesi yoktur.” Ve

لَبَدٌ [lebed] Deve صِلِّيَانٌ [ṡilliyân] dedikleri otu yemeden hasta olmağa dahi derler; yukâlu: لَبِدَتِ الْإِبِلُ تَلْبَدُ لَبَدًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ

اَللِّبْدُ [el-libd] (lâm’ın kesriyle ve bâ’nın sükûnuyla) Keçe, nemed maʹnâsına.

اَللُّبَدُ [el-lubed] (lâm’ın zammı ve bâ’nın fethiyle) Bir yere cemʹ olmuş nesne. Ve ﴿أَهْلَكْتُ مَالًا لُبَدًا﴾ (البلد 6) bu maʹnâyadır yaʹnî جُمًّا demektir; ve yukâlu eyzan: اَلنَّاسُ لُبَدٌ أَيْ مُجْتَمِعُونَ Ve bundan lâzım gelen budur ki لُبَدٌ [lubed] cemʹ maʹnâsına da istiʹmâl oluna. Ve

لُبَدٌ [lubed] Şol kimseye dahi derler ki müsâferet etmeyip bir yerde karâr tuta. Ve

لُبَدٌ [lubed] Şol kerkeslerin âhiridir ki Loḵmân’a mensûb idiler. Ve لُبَدٌ [lubed] lafzı lâ-yansarıf değildir, zîrâ maʹdûl değildir. Ve ʹArab tâ΄ifesi şöyle rivâyet ederler ki Loḵmân şol kimsedir ki ʹÂd kavmi onu elçileriyle Ḩarem’e göndermişlerdi tâ ki onda kendiler için duʹâ edip ve istiskâ edeler. Vaktâ ki ʹÂd kavmi helâk oldu, Loḵmân muhayyer kılındı kendiyle yedi sığır bâkî kalması beyninde ki o sığırlar susuz ve otsuz dağda olalar ve yedi kerkes bâkî kalmak beyninde ki onların biri helâk olsa yerine biri dahi gele. Loḵmân kerkesi ihtiyâr etti ki o kerkeslerin âhiri لُبَدٌ [lubed] ile tesmiye olunmuştur. Ve bu maʹnîden Cevherî bir kelâm-ı müseccaʹ ile taʹbîr edip eyitti: خُيِّرَ لُقْمَانُ بَيْنَ بَقَاءِ سَبْعِ بَقَرَاتٍ سُمْرٍ مِنْ أَظْبٍ عُفْرٍ فِي جَبَلٍ وَعْرٍ لَا يَمَسُّهَا الْقَطْرُ وَبَقَاءِ سَبْعَةِ أَنْسُرٍ كَلَّمَا هَلَكَ نَسْرٌ خَلَفَ بَعْدَهُ نَسْرٌ فَاخْتَارَ النُّسُورَ فَكَانَ آخِرَ نُسُورِهِ فَسُمِّيَ لُبَدًا Ve سُمْرٌ [sumr] أَسْمَرُ [esmer]in cemʹidir, kara yağız maʹnâsına. Ve أَظْبٍ [ażbin] ظَبْيٌ [żaby]in cemʹidir, âhûlar maʹnâsına, maksûd bakarâtı âhûlara teşbihtir. Ve عُفْرٌ [ʹufr] şol âhûya derler ki boynu kısa olup çendân seğirtmeye. Ve وَعْرٌ [vaʹr] iri ve haşîn maʹnâsınadır.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı