eḋ-ḋaliʹ ~ اَلضَّلِعُ

Kamus-ı Muhit - الضلع maddesi

اَلضَّلِعُ [eḋ-ḋaliʹ] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) Hilkaten yaʹnî kurumu eğri olan şey΄e denir; meselâ ayağı halkî eğrice olup yekerek yürüyen deveye ضَلِعٌ [ḋaliʹ] ıtlâk olunur. Ve bu bâb-ı râbiʹden vasftır.

اَلضَّلَعُ [eḋ-ḋalaʹ] (fethateynle) Bir nesne eğrilenmek maʹnâsınadır; yukâlu: ضَلِعَ السَّيْفُ ضَلَعًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا اعْوَجَّ Ve bir nesne halkî yaʹnî ʹan-asl eğri olmak maʹnâsınadır; yukâlu: ضَلِعَ الشَّيْءُ إِذَا كَانَ أَعْوَجَ Ve eğrilik maʹnâsına ism olur; sükûn-ı lâm’la da câ΄izdir; ve minhu tekûlu: لَأُقِيمَنَّ ضَلَعَكَ بِالْوَجْهَيْنِ Ve baʹzılar dediler ki ضَلَعٌ [ḋalaʹ] deve kısmının ayağına mahsûstur ki sâ΄ir dâbbenin غَمْزٌ [ġamz]ı mesâbesindedir yekemek taʹbîr olunan aksamak olacaktır; yukâlu: ضَلِعَ الْبَعِيرُ ضَلَعًا وَهُوَ فِيهِ بِمَنْزِلَةِ الْغَمْزِ فِي الدَّوَابِّ وَإِنْ لَمْ يَكُنْ خِلْقَةً يُقَالُ ضَلَعَ الْبَعِيرُ ضَلْعًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ Ve

ضَلَعٌ [ḋalaʹ] (fethateynle) Zor ve kuvvet maʹnâsınadır; yukâlu: لَهُ ضَلَعٌ أَيْ قُوَّةٌ Ve ağır nesneyi yüklenip götürmeğe denir. Ve

ضَلَعُ الدَّيْنِ [ḋaleʹu’d-deyn] Borcun sikletidir ki borçlunun kâmetini yay gibi münhanî eder; yukâlu: أَخَذَهُ ضَلَعُ الدَّيْنِ أَيْ ثِقَلُهُ حَتَّى يَمِيلَ صَاحِبُهُ عَنِ الْإِسْتِوَاءِ

اَلضَّلْعُ [eḋ-ḋalʹ] (ḋâd’ın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Bir nesne bir tarafa verepleyip eğilmek maʹnâsınadır, yukâlu: ضَلَعَ الشَّيْءُ ضَلْعًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا مَالَ وَجَنَفَ Ve bir adama cevr ve sitem kılmak maʹnâsınadır; yukâlu: ضَلَعَ عَلَيْهِ إِذَا جَارَ Ve bir kimsenin eyegü kaburgasına vurmak maʹnâsınadır; yukâlu: ضَلَعَ فُلاَنًا إِذَا ضَرَبَهُ فِي ضِلَعِهِ Ve meyl ve muhabbet ve hevâ maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: ضَلْعُكَ مَعَهُ أَيْ مَيْلُكَ وَهَوَاكَ Ve minhu’l-meselu: “لاَ تَنْتَقِشِ الشَّوْكَةَ بِالشَّوْكَةِ فَإِنَّ ضَلْعَهَا مَعَهَا” Yaʹnî “Dikeni dikenle çıkarmak sevdâsına düşme ki birbirine meyl ve muhabbeti derkârdır.” Meselâ Zeyd, ʹAmr ile muhâsame ederken Zeyd kendi hevâdârı olan Bekr’i hakem-gûne miyânelerine tavsît eylemek sadedinde oldukta îrâd olunur. Murâd hasmına muʹîn olacak kimseden istiʹânet eyleme demektir. Kezâlik süfehâʹ ve harâm-zâdeleri o makûlenin defʹ ve te΄dîbine taʹyîn eylemekten menʹ maʹrizinde darb olunur. Baʹzılar dediler ki işbu meyl maʹnâsına olan ضَلْعٌ [ḋalʹ] mâddesinde kıyâs olan bâb-ı râbiʹden فَرِحَ vezninde olmaktır, lâkin tahfîfen lâm’ı iskân olundu, zîrâ ضَلِعَ فُلاَنٌ ضَلَعًا derler, فَرِحَ - فَرَحًا vezninde. Ve

ضَلْعٌ [ḋalʹ] (مَنْعٌ [menʹ] vezninde) Bir nesne sonradan eğrilmek maʹnâsınadır; yukâlu: ضَلِعَ الشَّيْءُ إِذَا اعْوَجَّ Ve taʹâmla karın dopdolu olmak yâhûd kaburgalar aralığına dek su ile dolmak vechiyle içip kanmak maʹnâsınadır; yukâlu: ضَلِعَ الرَّجُلُ إِذَا امْتَلَأَ شِبَعًا أَوْ رِيًّا حَتَّى بَلَغَ الْمَاءُ أَضْلاَعَهُ

اَلضِّلَعُ [el-ḋilaʹ] (عِنَبٌ [ʹineb] vezninde) ve

اَلضِّلْعُ [eḋ-ḋilʹ] (جِذْعٌ [cižʹ] vezninde) Eyegü kemiğine denir, kaburga taʹbîr olunur, Fârisîde pehlû denir. Ve lafz-ı mezbûr mü΄ennestir; cemʹi أَضْلُعٌ [aḋluʹ]dur, أَفْلُسٌ [eflus] vezninde ve ضُلُوعٌ [ḋulûʹ]dur ḋâd’ın zammıyla ve أَضْلاَعٌ [aḋlâʹ]dır; ve tekûlu’l-ʹArab: هُمْ كَذَا عَلَيَّ ضِلْعٌ أَيْ جَائِرَةٌ Yaʹnî “Filân tâ΄ife bi’l-cümle hem-dest-i ittifâk olarak bana cevr ve gadr ve husûmet üzere pâyidârlardır.” Niteki إِلْبٌ وَاحِدٌ ve صَدْعٌ وَاحِدٌ ve يَدٌ عَلَيَّ dahi bu makâmda müstaʹmeldir. Ve

ضِلَعٌ [Ḋilaʹ] Ṯâ΄if’te bir mevziʹ adıdır. Ve kaburga tarzında yassıca ve eğrice tahta pâresine ıtlâk olunur. Ve kavun ve karpuz dilimine ıtlâk olunur; tekûlu: أَكَلْتُ ضِلَعًا مِنَ الْبِطِّيخِ أَيْ حُزَّةً مِنْهُ

ضِلَعٌ [ḋilaʹ] (عِنَبٌ [ʹineb] vezninde) Yalnızca olan küçük dağa, ʹalâ-kavlin alçak ve incerek olan küçük dağa ıtlâk olunur; ve minhu’l-hadîsu: “أَنَّهُ عَلَيْهِ السَّلاَمُ لَمَّا نَظَرَ إِلَى الْمُشْرِكِينَ يَوْمَ بَدرٍ قَالَ كَأَنَّكُمْ يَا أَعْدَاءَ اللهِ بِهَذِهِ الضِّلَعِ الْحَمْرَاءِ مُقَتَّلِينَ” Yaʹnî Bedr gazâsına teşrîflerinde ʹasker-i küffâra nazar edip “Ey hakkın düşmanları, hemân sizler işbu kırmızı dağcağızda eşnaʹ-ı vechle maktûl olacaksız!” Kâle’ş-şârih ve fi’n-Nihâye: كَأَنِّي أَرَاهُمْ مُقَتَّلِينَ Ve

Vankulu Lugatı - الضلع maddesi

اَلضَّلَعُ [eḋ-ḋalaʹ] (fethateynle) Eğriliktir, hilkat cihetinden tekûlu: ضَلِعَ يَضْلَعُ ضَلَعًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ Ve

ضَلَعٌ [ḋalaʹ] Vüsʹat-ı huluka ve sabr ve tahammüle dahi derler, Aṡmaʹî rivâyeti üzere.

اَلضَّلْعُ [eḋ-ḋalʹ] (ḋâd’ın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Haktan meyl ve ʹudûl etmek; yukâlu: ضَلَعَ يَضْلَعُ ضَلْعًا إِذَا مَالَ وَجَنَفَ Ve جَنَفٌ [cenef] cîm’in ve nûn’un fethiyle meyl ve ʹudûl maʹnâsınadır; yukâlu: “ضَلْعُكَ مَعَ فُلَانٍ” أَيْ مَيْلُكَ مَعَهُ وَهَوَاكَ Ve fi’l-meseli: “لَا تَنْقُشِ الشَّوْكَةَ بِالشَّوْكَةِ فَإِنَّ ضَلْعَهَا مَعًا” Yaʹnî “Dikeni dikenle çıkarma, zîrâ dikenin dikene meyli muhakkaktır.” Ve bu mesel şol mahalde darb olunur ki bir kimse bir kimseye husûmet ettikte kendi hevâsına tâbiʹ bir kimse bizim ahvâlimizi görsün diye; ve yukâlu: خَاصَمْتُ فُلَانًا فَكَانَ ضَلْعُكَ عَلَيَّ أَيْ مَيْلُكَ وَجَوْرُكَ عَلَيَّ

اَلضِّلَعُ [eḋ-ḋilaʹ] (ḋâd’ın kesri ve lâm’ın fethiyle) Eyegü kemiği, üstühân-ı pehlû maʹnâsına.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı