el-beġiyy ~ اَلْبَغِيُّ

Kamus-ı Muhit - البغي maddesi

اَلْبَغِيُّ [el-beġiyy] (رَضِيٌّ [raḋiyy] vezninde) ve

اَلْبَغُوُّ [el-beġuvv] (عَدُوٌّ [ʹaduvv] vezninde) Zinâ-kâr ʹavrete denir; yukâlu: إِمْرَأَةٌ بَغِيٌّ وَبَغُوٌّ أَيْ عَاهِرَةٌ Şârih der ki aslları بَغُويٌ idi. Ve ʹinde’l-Aḣfeş بَغِيٌّ [beġiyy] فَعِيلٌ [faʹîl]dir. Ve sîga-i ahîre gayr-i kıyâs üzeredir. Ve

بَغِيٌّ [beġiyy] Mutlakan câriyeye ıtlâk olunur, aslı iʹtibârıyla ʹalâ-kavlin hürre-i fâcireye denir. Şârih der ki أَمَةٌ [emet]e بَغِيٌّ [beġiyy] ıtlâkı Câhiliyye’de bagy ve zinâya müsâʹatlarına mebnîdir; yukâlu: جَاءَتْ بَغِيٌّ أَيْ أَمَةٌ أَوْ حُرَّةٌ فَاجِرَةٌ

اَلْبَغْيُ [el-baġy] (bâ’nın fethi ve ġayn’ın sükûnuyla) ʹAvret rûspî olup zinâ eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: بَغَتِ الْأَمَةُ بَغْيًا إِذَا عَهَرَتْ فَهِيَ بَغِيٌّ وَبَغُوٌّ Ve bir adama tagallüble zulm ve sitem eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: بَغَى عَلَيْهِ إِذَا عَلَاهُ وَظَلَمَهُ Ve haktan ʹudûlle serkeşlik eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: بَغَى فُلَانٌ إِذَا عَدَلَ عَنِ الْحَقِّ وَاسْتَطَالَ Ve yalan söylemek maʹnâsınadır; yukâlu: بَغَى الرَّجُلُ إِذَا كَذَبَ Ve iki tarafa salınarak sürʹatle yürümek maʹnâsınadır; yukâlu: بَغَى فِي مِشْيَتِهِ إِذَا اخْتَالَ وَأَسْرَعَ Ve bir nesneye niteliğini bilmek için bakmak maʹnâsınadır, بَغْوٌ [baġv] gibi; yukâlu: بَغَى الشَّيْءَ إِذَا نَظَرَ إِلَيْهِ كَيْفَ هُوَ Ve bir nesneye muntazır olup gözetmek maʹnâsınadır; yukâlu: بَغَى الشَّيْءَ إِذَا رَقَبَهُ وَانْتَظَرَهُ Ve bulut şiddetle yağdırmak maʹnâsınadır; yukâlu: بَغَتِ السَّمَاءُ إِذَا اشْتَدَّ مَطَرُهَا Ve

بَغْيٌ [baġy] Çok yağmura ıtlâk olunur; yukâlu: دَفَعْنَا بَغْيَ السَّمَاءِ خَلْفَنَا وَهُوَ الْمَطَرُ الْكَثِيرُ

Vankulu Lugatı - البغي maddesi

اَلْبَغِيُّ [el-beġiyy] (bâ’nın fethi ve yâ’nın teşdîdiyle) Zinâ eden ʹavret; yukâlu: بَغَتِ الْمَرْأَةُ فَهِيَ بَغِيٌّ

اَلْبَغْيُ [el-baġy] (bâ’nın fethi ve ġayn-ı muʹcemenin sükûnuyla) Zulm ve taʹaddî maʹnâsına. Ve

بَغْيٌ [baġy] Serkeşlik etmeğe dahi derler; yukâlu: بَغَى الرَّجُلُ عَلَى الرَّجُلِ إِذَا اسْتَطَالَ Ve

بَغْيٌ [baġy] Yağmur şiddetle yağmağa dahi derler; yukâlu: بَغَتِ السَّمَاءُ إِذَا اشْتَدَّ مَطَرُهَا Ve bu Ebû ʹUbeyd rivâyetidir. Ve

بَغْيٌ [baġy] Yara azıp şişmeğe dahi derler; yukâlu: بَغَى الْجُرْحُ إِذَا وَرِمَ وَتَرَامَى إِلَى فَسَادٍ Ve

بَغْيٌ [baġy] Dere selle dolmağa dahi derler; yukâlu: بَغَى الْوَادِي إِذَا طَمَّ Ve her nesnede hadden tecâvüz eyleyip ifrât üzere olmağa بَغْيٌ [baġy] derler. Ve

بَغْيٌ [baġy] Yara çirki tamâm çıkmadan onulmağa dahi derler; yukâlu: بَرَأَ جُرْحُهُ عَلَى بَغْيٍ وَهُوَ أَنْ يَبْرَأَ وَفِيهِ شَيْءٌ مِنْ نَغَلٍ Ve نَغَلٌ [neġal] nûn’un ve ġayn-ı muʹcemenin fethiyle fesâda derler. Ve

بَغْيٌ [baġy] Yağmura dahi derler; tekûlu: دَفَعْنَا بَغْيَ السَّمَاءِ خَلْفَنَا أَيْ مُعْظَمَ مَطَرِهَا Ve

بَغْيٌ [baġy] Atın şatâretine ve sürûruna dahi derler; وَلَا يُقَالُ فَرَسٌ بَاغٍ عَلَى رِوَايَةِ الْخَلِيلِ Ve

بَغْيٌ [baġy] Bir nesneyi taleb etmeğe dahi derler; tekûlu: بَغَيْتُكَ الشَّيْءَ أَيْ طَلَبْتُهُ لَكَ وَتَقُولُ أَيْضًا بَغَيْتُكَ الشَّيْءَ بِمَعْنَى جَعَلْتُكَ طَالِبًا لَهُ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı