اَلْمُسَاوَدَةُ [el-musâvedet] (مُفَاعَلَةٌ [mufâʹalet] vezninde) Birbirine keyd ve mekr eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: سَاوَدَهُ إِذَا كَايَدَهُ Ve arslanı kovup sürmek maʹnâsınadır; yukâlu: سَاوَدَ الْأَسَدَ إِذَا طَرَدَهُ Ve otluk az ve kısa olmakla davar hakkı üzere koparamayıp ağızıyla beri öte çiynemti gibi çekiştirmek maʹnâsınadır; yukâlu: سَاوَدَتِ الْإِبِلُ النَّبَاتَ إِذَا عَالَجَتْهُ بِأَفْوَاهِهَا وَلَمْ تَتَمَكَّنْ مِنْهُ لِقِصَرِهِ وَقِلَّتِهِ Ve bir kimse ile ululuk yâhûd siyâhlık husûsunda bahs edip ona gâlib olmak maʹnâsınadır; yukâlu: سَاوَدَ فُلاَنًا إِذَا غَالَبَهُ فِي السُّودَدِ أَوِ السَّوَادِ
اَلْمُسَاوَدَةُ [el-musâvedet] (mîm’in zammı ve vâv’ın fethiyle) Karalıkta yâhûd ululukta bir kimseye gâlib olmak; yukâlu: سَاوَدَنِي فُلَانٌ فَسُدْتُهُ مِنْ سَوَادِ اللَّوْنِ وَالسُّودَدِ جَمِيعًا Yaʹnî iki maʹnâda dahi istiʹmâl olunur. Ve
مُسَاوَدَةٌ [musâvedet] Sırr ile söyleşmeğe dahi derler; yukâlu: سَاوَدْتُهُ مُسَاوَدَةً أَيْ سَارَرْتُهُ وَأَصْلُهُ إِدْنَاءُ سَوَادِكَ مِنْ سَوَادِهِ وَهُوَ الشَّخْصُ
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı