اَلْمَضْرُوسَةُ [el-maḋrûset] Şol kara taşlığa ıtlâk olunur ki ondan kilâb dişleri gibi sivri sivri büyük taşlar ola; yukâlu: أَرْضٌ مَضْرُوسَةٌ إِذَا كَانَتْ فِيهَا حِجَارَةٌ كَأَضْرَاسِ الْكِلاَبِ Ve içerisi taşla örülmüş kuyuya ıtlâk olunur; yukâlu: بِئْرٌ مَضْرُوسَةٌ أَيْ مَطْوِيَّةٌ بِالْحِجَارَةِ
اَلْمَضْرُوسَةُ [el-maḋrûset] (mîm’in fethi ve râ’nın zammıyla) ve
اَلضَّرِيسُ [eḋ-ḋarîs] (ḋâd’ın fethi ve râ’nın kesri ve meddiyle) Taşla yapılan kuyu; yukâlu: بِئْرٌ مَضْرُوسَةٌ وَضَرِيسٌ إِذَا طُوِيَتْ بِالْحِجَارَةِ Ve bu takrîrden zâhir olur ki sâhib-i Ṡurâḩ’ın ضُرُوسٌ [ḋurûs] “senghâ-yı girdâgird-i ser-i çâh” dediği muhâlif olur, zîrâ Ṡurâḩ’ın taʹbîri kuyu ağzında olan taşlara ihtisâs gösterir.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı