اَلْوَصِيعُ [el-veṡîʹ] (أَمِيرٌ [emîr] vezninde) ve
اَلْوَصَعُ [el-veṡaʹ] (fethateynle) Serçe yavrularının cıvıltılarına denir; yukâlu: يُسْمَعُ الْوَصِيعُ وَالْوَصَعُ أَيْ صَوْتُ الْعَصَافِيرِ وَصِغَارُهَا Bu ʹibâre dahi أَعْجَبَنِي زَيْدٌ وَكَرَمُهُ kabîlindendir, niteki bi’d-defeʹât beyân olundu.
اَلْوَصْعُ [el-vaṡʹ] (vâv’ın fethi ve ṡâd’ın sükûnuyla ve fethateynle) Serçeden küçük bir kuş adıdır ki Türkîde iskete taʹbîr eyledikleridir; cemʹi وِصْعَانٌ [viṡʹân] gelir, غِزْلاَنٌ [ġizlân] vezninde. Ve şâʹirin devesi vasfında inşâd eylediği işbu: “أَنَاخَ فَنِعْمَ مَا اقْلَوْلَى وَخَوَّى || عَلَى خَمْسٍ يَصَعْنَ حَصَى الْجَبُوبِ” beytinde vâkiʹ يَصَعْنَ kelimesi وَصَعَ lafzından muzâriʹdir, bâb-ı sâlistendir, bir nesneyi nâ-bedîd eylemek maʹnâsınadır. Ve اِقْلَوْلَى [iḵlevlâ] إِقْلِيلاَءٌ [iḵlîlâ΄] kelimesinden mâzidir, yükselmek ve yüksek durmak maʹnâsınadır. Ve خَوَّى [ḣavvâ] تَخْوِيَة [taḣviyet]ten mâzîdir ki oturdukta koltuklarını yanlarına sıkıştırmayıp meydânlı eylemek maʹnâsınadır; ve خَمْسٌ [ḣams]ten murâd devenin otururken yere gelen beş aʹzâsıdır ki dört diz gözleri ve birisi göğsünde olan mühresidir. Bunların her birine ثَفِنَةٌ [šamp;efinet] dahi denir, cemʹi ثَفِنَاتٌ [šamp;efinât] gelir. Ve جَبُوبٌ [cebûb] (cîm’in fethiyle) arz-ı galîzaya denir, devesi rifʹat ve nümâyişle koltuklarını yayarak çöküp ve ثَفِنَاتٌ [šamp;efinât]-ı hamsı ile kemâl-i kuvvetinden nâşî pek yerde olan çakıl taşlarını yere batırır olduğunu vasf eder, lâkin bunda savâb olan ṡâd’ın zammıyla يَصُعْنَ olmaktır ki صَوْعٌ lafzından me΄hûzdur, tefrîk maʹnâsınadır, تُفَرِّقُ الثَّفِنَاتُ الْخَمْسُ حَصَى الْجَبُوبِ takdîrinde olur.
اَلْوَصَعُ [el-veṡaʹ] (fethateynle) Bir kuştur serçeden kiçirek. Ve fi’l-hadîsi: “إِنَّ إِسْرَافِيلَ لَيَتَوَاضَعُ لِلَّهِ تَعَالَى حَتَّى يَصِيرُ كَأَنَّهُ الْوَصْعُ”
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı