ḩalḵ ~ حَلَقٌ

Kamus-ı Muhit - حلق maddesi

اَلْحَلَقُ [el-ḩalaḵ] (fethateynle) حَلْقَةٌ [ḩalḵat] dedikleri damga-yı mezkûr basılmış develere denir; müfredi حَلَقَةٌ [ḩaleḵat]tır. Ve

حَلَقٌ [ḩalḵ] Masdar olur, atın yâhûd eşeğin zekeri dişiye çok aşmak sebebiyle kızarıp ve kavlayıp tebâh olmak maʹnâsınadır; yukâlu: حَلِقَ الْفَرَسُ وَالْحِمَارُ حَلَقًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا سَفَدَ فَأَصَابَهُ فَسَادٌ فِي قَضِيبِهِ مِنْ تَقْشِيرٍ وَاحْمِرَارٍ

Mütercim der ki Râġib’in Mufredât’ta beyânına göre حَلْقٌ [ḩalḵ] boğaz maʹnâsına mevzûʹdur. Ve boğazı katʹ maʹnâsına masdar olarak ahz ve istiʹmâl olundu. Baʹdehu katʹ-ı şaʹr maʹnâsınadır ki tırâş eylemektir, istiʹmâl olundu. Ve doldurmak maʹnâsı boğaz maʹnâsından ahz olundu. Ve حَلْقَةٌ [ḩalḵat] dahi حَلْقٌ [ḩalḵ] hey΄etine teşbîhen ahz olundu. Ve تَحْلِيقٌ [taḩlîḵ]-i tayr evvel havâda irtifâʹ ve deverân maʹnâsına müstaʹmel olup baʹdehu mutlak irtifâʹda istimâl olundu. Ve sâ΄irleri dahi birer münâsebet tasavvuruyla taʹbîr ve istiʹmâl olundu. İntehâ. Ve

حَلْقٌ [ḩalḵ] Bir kimsenin boğazına vurmak yâ dokunmak maʹnâsınadır; yukâlu: حَلَقَهُ حَلْقًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا أَصَابَ حَلْقَهُ Ve havuzu yâhûd bir kabı doldurmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: حَلَقَ الْحَوْضَ إِذَا مَلَأَهُ Ve bir nesneyi takdîr ve tahmîn eylemek maʹnâsına müstaʹmeldir ki ki halka-i nezzâreye almış olur; yukâlu: حَلَقَ الشَّيْءَ إِذَا قَدَّرَهُ Ve

حَلْقٌ [ḩalḵ] Uğursuzluğa ıtlâk olunur, gûyâ ki mâl ve ikbâli tırâş edip izâle eder; yukâlu: غَشِيَهُمُ الْحَلْقُ أَيِ الشُّؤْمُ Ve boğaza denir, حُلْقُومٌ [ḩulḵûm] maʹnâsına. Ve işbu قَالَ عَلَيْهِ السَّلاَمُ لِصَفِيَّةَ بِنْتِ حُيَيٍّ حِينَ قِيلَ لَهُ يَوْمَ النَّفَرِ إِنَّهَا نَفِسَتْ أَوْ حَاضَتْ فَقَالَ ḣعَقْرًا حَلْقًاḢ بِالتَّنْوِينِ أَيْ أَصَابَهَا اللهُ بِوَجَعٍ فِي حَلْقِهَا Yaʹnî “Hak taʹâlâ onun boğazına bir derd versin!” Ve bunlar metrûkü’l-lafz olan عَقْرٌ [ʹaḵr] ve حَلْقٌ [ḩalḵ] lafzlarından masdarlardır, عَقَرَهَا اللهُ عَقْرًا وَحَلَقَهَا حَلْقًا sebkindedir. Bunda tenvînin terkiyle غَضْبَى vezninde istiʹmâli kalîl yâhûd lahn-i muhaddisîndendir. Ve bu gûne duʹâ΄ تَرِبَتْ يَدَاهُ ve قَاتَلَهُ اللهُ kabîlindendir ki hakîkate mahmûl değildir, haşv-ı kelâm menzilindedir, maʹnâdan mücerred elfâz-ı mühmele ʹadâdındadır; ekser taʹaccüb-i makâmında mesrûd olur. Ve

حَلْقٌ [ḩalḵ] Asmaya şebîh bir nevʹ ağaç ismidir, Türkîde gerdengeç derler; suyunu عُصْفُرٌ [ʹuṡfur] içre korlar. Ve suyu حَبُّ الرُّمَّانِ [ḩabbu’r-rummân] suyundan hoş ve latîf olur. Baʹzılar dedi bu şecerin şâhlarını cemʹ edip âteşi sönmüş ve külden tathîr olunmuş tennûra vazʹ eyledikte seyelân eden rutûbeti keşk-i bâbilî gibi pâre pâre münʹakid olmuş, levni siyâh ve taʹmı be-gâyet ekşi nesneler olur. Şürbü safrâyı ve iltihâb-ı miʹdeyi teskîn için bî-ʹadîldir.

اَلْحِلْقُ [el-ḩilḵ] (ḩâ’nın kesriyle) Mülk ve imâret hâtemine denir ki selefte pâdişâh ve emîr olanlar mahsûs mühr ittihâz edip ve nâs bir kimseyi kendilere şâh ve emîr ittihâz eyledikte şâhlığını nâtık mühr kazdırıp baʹde’l-beyʹat pâdişâh ve emîre iʹtâ ederler idi. Ve hâlen selâtîn-i ʹizâm hazerâtına mahsûs tuğralı mühr o kâʹide üzeredir ve vezîr-i aʹzamlara iʹtâ eyledikleri mühr-i sadâret dahi o kabîldendir. Baʹzılar dedi ki hâtem-i mezbûrun kaşı olmayıp sâde gümüşten olur idi ki ism ve resmi ona mahkûk olur idi; yukâlu: فُلاَنٌ أُعْطِي الْحِلْقَ أَيْ خَاتَمَ الْمُلْكِ يَعْنِي أُمِّرَ Ve

حِلْقٌ [ḩilḵ] Mâl-ı kesîre yaʹnî mevâşî-i kesîreye ıtlâk olunur; حَلاَّقٌ [ḩallâḵ]ın kılları tırâş eylediği gibi nebâtâtı tırâş eder oldukları bâʹis-i tesmiyedir.

Vankulu Lugatı - حلق maddesi

اَلْحَلَقُ [el-ḩalaḵ] (fethateynle) Cemʹi, ʹalâ-gayri’l-kıyâs. Ve

حَلَقٌ [ḩalaḵ] Atın veyâhûd hımârın zekeri dişisine aşmakla kızarıp kavlayıp harâb olmaktır ki ona atı enemekle ʹilâc ederler; yukâlu: حَلِقَ الْفَرَسُ يَحْلَقُ مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا سَفِدَ فَأَصَابَهُ فَسَادٌ فِي قَضِيبِهِ مِنْ تَقَشُّرٍ وَاحْمِرَارٍ فَيُدَاوَى بِالْخِصَاءِ

اَلْحُلُوقُ [el-ḩulûḵ] (zammeteynle) Cemʹ. Ve

حَلْقٌ [ḩalḵ] Baş tırâş etmek maʹnâsına da gelir; yukâlu: حَلَقَ رَأْسَهُ مِنَ الْبَابِ الثَّانِي

اَلْحِلْقُ [el-ḩilḵ] (ḩâ’nın kesri ve lâm’ın sükûnuyla) Hâtem-i melik yaʹnî şol mühr ki melik hâlet-i hükûmetinde onu istiʹmâl eder. Ve

حِلْقٌ [ḩilḵ] Mâl-ı kesîre dahi derler; yukâlu: جَاءَ فُلَانٌ بِالْحِلْقِ وَالْإِحْرَافِ [Ve] إِحْرَافٌ [iḩrâf] dahi hemzenin kesriyle ve ḩâ-i mühmele ve fâ ile mâl-ı kesîre derler.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı