rebaʹ ~ رَبَعٌ

Kamus-ı Muhit - ربع maddesi

رَبَعٌ [rebaʹ] (fethateynle ve كَتِفٌ [ketif] vezninde ki murâd mü΄ennesleridir). Ve

رِبَعَةٌ [ribeʹat] عِنَبَةٌ [ʹinebet] vezninde) Bunlar da رَبَاعَةٌ [rebâʹat] maʹnâsına müstaʹmellerdir; yukâlu: هُمْ عَلَى رَبَاعَتِهِمْ أَيْ عَلَى شَأْنِهِمْ وَحَالِهِمُ الَّتِي هُمْ مُقِيمُونَ عَلَيْهَا وَلاَ يَكُونُ فِي غَيْرِ حُسْنِ الْحَالِ أَوْ طَرِيقَتِهِمْ أَوْ اِسْتِقَامَتِهِمْ أَوْ قَبِيلَتِهِمْ أَوْ فَخِذِهِمْ أَوْ يُقَالُ هُمْ عُلَى رَبَاعَتِهِمْ وَرَبَعَاتِهِمْ وَرَبِعَاتِهِمْ وَرِبَعَتِهِمْ أَيْ عَلَى حَالَةٍ حَسَنَةٍ أَوْ أَمْرُهُمُ الَّذِي كَانُوا عَلَيْهِ أَوْ رَبَعَاتِهِمْ بِالْحَرَكَاتِ وَبِكَسْرِ الْبَاءِ أَيْ فِي مَنَازِلِهِمْ

اَلرُّبْعُ [er-rubʹ] (râ’nın zammıyla) ve

اَلرُّبُعُ [er-rubuʹ] (zammeteynle) ve

اَلرَّبِيعُ [er-rebîʹ] (أَمِيرٌ [emîr] vezninde) Dörtten bir cüz΄e denir ki dörte bir taʹbîr olunur; yukâlu: أَخَذَ رُبْعَ مَالِهِ وَرُبُعَهُ وَرَبِيعَهُ أَيْ جُزْءًا مِنْ أَرْبَعَةٍ Ve

رُبُعٌ [rubuʹ] zammeteynle رَبِيعٌ [rebîʹ] lafzının cemʹi olur.

اَلرَّبْعُ [er-rebʹ] (râ’nın fethi ve bâ’nın sükûnuyla) Bi-ʹaynihi avluyu müştemil eve denir, hâne maʹnâsına, nerede olursa olsun. Cemʹi رِبَاعٌ [ribâʹ]gelir râ’nın kesriyle ve رُبُوعٌ [rubûʹ] gelir ve أَرْبُعٌ [erbuʹ] gelir, أَفْلُسٌ [eflus] vezninde ve أَرْبَاعٌ [erbâʹ] gelir; yukâlu: أَقَامَ فِي رَبْعِهِ أَيْ دَارِهِ Ve

رَبْعٌ [rebʹ] Mahalleye denir; yukâlu: مَا أَوْسَعَ رَبْعَ بَنِي فُلاَنٍ أَيْ مَحَلَّتَهُمْ Ve konağa denir; tekûlu: نَزَلْنَا فِي رَبْعٍ لَطِيفٍ أَيْ مَنْزِلٍ Ve tâbûta ıtlâk olunur; tekûlu: حَمَلْتُ رَبْعَهُ أَيْ نَعْشَهُ Ve cemâʹat-i insânîye ıtlâk olunur; hâl ve mahall ʹalâkasıyla; yukâlu: هُمُ الْيَوْمَ رَبْعٌ كَثِيرٌ أَيْ جَمَاعَةٌ ve tekûlu: حَيَّا اللهُ رَبْعَكَ أَيْ قَوْمَكَ Ve nâsın bahâr eyyâmında ikâmet eyledikleri mekâna denir; yukâlu: هَذَا رَبْعُ الْقَوْمِ أَيْ مَوْضِعُهُمْ يَرْتَبِعُونَ فِيهِ فِي الرَّبِيعِ Ve orta boylu adama denir; bunda fetehâtla da câ΄izdir ve bunda رَبْعَةٌ [rebʹat] dahi denir hâ’yla, lâkin رَبْعَةٌ [rebʹat] ondan ahasstır. Kezâlik mü΄ennesinde رَبْعَةٌ [rebʹat] denir. İkisinin de cemʹi رَبْعَاتٌ [rebʹât]tır râ’nın fethi ve bâ’nın sükûnuyla ve şâz olarak رَبَعَاتٌ [rebeʹât] denir fetehâtla, zîrâ faʹlet vezni sıfat olursa ʹayn’ı cemʹde müteharrik olmaz, belki ism olup ve ʹayn’ı vâv yâhûd yâ΄ olmaz ise müteharrik olur, نَفَخَاتٌ [nefeḣât] ve رَشَحَاتٌ [reşeḩât] gibi. Pes رَوْحَاتٌ [revḩât] sükûnla olur; yukâlu: رَجُلٌ رَبْعٌ وَرَبْعَةٌ وَامْرَأَةٌ رَبْعَةٌ وَرِجَالٌ وَنِسَاءٌ رَبْعَاتٌ أَيْ بَيْنَ الطَّوِيلِ وَالْقَصِيرِ Ve

رَبْعٌ [rebʹ] Masdar olur, vukûf ve intizâr maʹnâsına; yukâlu: رَبَعَ الرَّجُلُ رَبْعًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا وَقَفَ وَانْتَظَرَ وَتَحَبَّسَ Ve minhu kavluhum إِرْبَعْ عَلَيْكَ أَوْ عَلَى نَفْسِكَ أَوْ عَلَى ظَلْعِكَ Yaʹnî “Nefsine cebr ile bir mikdâr sabr ve tevakkuf edip muntazır ol.” Ve

رَبْعٌ [rebʹ] Zor ve kuvvet sınamak için eliyle ağır taş kaldırmak maʹnâsınadır; yukâlu: رَبَعَ الرَّجُلُ إِذَا رَفَعَ الْحَجَرَ بِالْيَدِ إِمْتِحَانًا لِلْقُوَّةِ Ve ipi dört kattan bükmek maʹnâsınadır; yukâlu: رَبَعَ الْحَبْلَ إِذَا فَتَلَهُ مِنْ أَرْبَعِ طَاقَاتٍ Ve deve dört günde bir suvarılmak maʹnâsınadır ki üç gün yâhûd dört gün üç gece su vermeyip dördüncü günü suvarmaktan ʹibârettir; yukâlu: رَبَعَتِ الْإِبِلُ إِذَا وَرَدَتِ الرِّبْعَ Ve ucuzluğa ve bolluğa erişmek maʹnâsınadır; yukâlu: رَبَعَ فُلاَنٌ إِذَا أَخْصَبَ Ve bir adamı hummâ-yı rubʹ yaʹnî dört günde bir sıtma tutmak maʹnâsınadır; yukâlu: رَبَعَتْ عَلَيْهِ الْحُمَّى إِذَا جَائَتْهُ رِبْعًا ve yukâlu: رُبِعَ الرَّجُلُ وَأُرْبِعَ عَلَى الْمَجْهُولِ Ke-mâ se-yuzkeru. Ve iki adam yükü dâbbe üzerine vazʹ murâd eyledikte dengin altına مِرْبَعَةٌ [mirbeʹat] dedikleri ağacı sokup bir ucundan biri ve dîgerinden âheri yapışıp kaldırmakla yükletmek ve eğer مِرْبَعَةٌ [mirbeʹat] yoksa ikisi birbirinin ellerine yapışıp kollaşmakla kaldırıp yükletmek maʹnâsınadır; yukâlu: رَبَعَ الْحِمْلَ إِذَا أَدْخَلَ الْمِرْبَعَةَ تَحْتَهُ وَأَخَذَ بِطَرَفِهَا وَآخَرُ بِطَرَفِهَا الآخَرِ ثُمَّ رَفَعَاهُ عَلَى الدَّابَّةِ فَإِنْ لَمْ تَكُنْ مِرْبَعَةٌ أَخَذَ أَحَدُهُمَا بِيَدِ صَاحِبِهِ أَيْ حَتَّى يَرْفَعَاهُ عَلَى الدَّابَّةِ Ve bir adamın mâlından dörtte birini almak maʹnâsınadır; yukâlu: رَبَعَ الْقَوْمَ رَبْعًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ وَالْأَوَّلِ وَالثَّانِي إِذَا أَخَذَ رُبْعَ أَمْوَالِهِمْ Ve üç adamın yanlarına varıp onları dört kılmak yaʹnî dördüncüsü olmak maʹnâsınadır; yukâlu: رَبَعَ الثَّلاَثَةَ رَبْعًا مِنَ الْأَبْوَابِ الْمَذْكُورَةِ إِذَا جَعَلَهُمْ بِنَفْسِهِ أَرْبَعَةً Ve ʹaskerin aldığı mâl-ı ganîmetin rubʹunu almak maʹnâsınadır; yukâlu: رَبَعَ الْجَيْشَ إِذَا أَخَذَ مِنْهُمْ رُبْعَ الْغَنِيمَةِ Ve işbu rubʹ-ı ganîmeti ser-ʹaskerlerin ve emîrlerin ahz eylemeleri efʹâl-i Câhiliyye’den olup dîn-i İslâm onu humus ahzına redd eyledi. Ve

رَبْعٌ [rebʹ] Bir adamı esirgeyip mihrübânlık eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: رَبَعَ عَلَيْهِ إِذَا عَطَفَ Ve bir nesneden vâz gelip geri durmak maʹnâsınadır; yukâlu: رَبَعَ عَنْهُ إِذَا كَفَّ وَأَقْصَرَ Ve deve merʹâda müseyyeb olup dilediği yerde otlayıp ve dilediği yerde su içmek maʹnâsınadır; yukâlu: رَبَعَتِ الْإِبِلُ إِذَا سَرَحَتْ فِي الْمَرْعَى وَأَكَلَتْ كَيْفَ شَاءَتْ وَشَرِبَتْ وَكَذَلِكَ رَبَعَ الرَّجُلُ بِالْمَكَانِ Ve bir kimse bir suya müstevlî olmakla onda dil-hâhı üzere tasarruf ve tahakküm eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: رَبَعَ الرَّجُلُ فِي الْمَاءِ إِذَا تَحَكَّمَ فِيهِ كَيْفَ شَاءَ Ve bir cemâʹat otuz dokuz nefer iken bir kimse varıp kendisiyle onları kırk eylemek yaʹnî kırkıncı olmak yâhûd onlar kırk üç nefer iken kırk dördüncüsü olmak maʹnâsınadır; yukâlu: رَبَعَ الْقَوْمَ إِذَا تَمَّمَهُمْ بِنَفْسِهِ أَرْبَعِينَ أَوْ أَرْبَعَةً وَأَرْبَعِينَ Ve bir yerde yerleşip sâbit ve mukîm olmak maʹnâsınadır; yukâlu: رَبَعَ بِالْمَكَانِ إِذَا اطْمَأَنَّ وَأَقَامَ بِهِ Ve bahâr yağmuruna uğramak maʹnâsınadır; yukâlu: رُبِعَ الْقَوْمُ عَلَى الْمَجْهُولِ إِذَا مُطِرُوا بِالرَّبِيعِ

اَلرِّبْعُ [er-ribʹ] (râ’nın kesriyle) Deve suvarılması aksâmından dört günde bir sulanmağa denir ki üç gün su verilmeyip yâhûd dört gün üç gece verilmeyip dördüncüde sulanmaktır; yukâlu: سَقَىَ إِبِلَهُ الرِّبْعَ وَهُوَ حَبْسُهَا عَنِ الْمَاءِ ثَلاَثَةَ أَيَّامٍ أَوْ أَرْبَعَةَ أَيَّامٍ وَثَلاَثَ لَيَالٍ وَوُرُودُهَا فِي الرَّابِعِ Ve dört günde bir tutan sıtmaya denir ki bir gün tutup iki gün faysal verdikten sonra dördüncü gün tutar; yukâlu: أَصَابَتْهُ حُمَّى الرِّبْعِ وَهِيَ أَنْ تَأْخُذَ يَوْمًا وَتَدَعَ يَوْمَانِ Ve

رِبْعٌ [Ribʹ] Hužeyl kabîlesinden bir recül adıdır.

Vankulu Lugatı - ربع maddesi

اَلرِّبَاعُ [er-ribâʹ] (râ’nın kesriyle) Cemʹi, evler maʹnâsına. Ve

اَلرُّبُوعُ [er-rubûʹ] (zammeteynle) ve

اَلْأَرْبَاعُ [el-erbâʹ] (hemzenin fethiyle) ve

اَلْأَرْبُعُ [el-erbuʹ] (hemzenin fethi ve bâ’nın zammıyla) Kezâlik bunlar dahi cemʹidir. Ve

أَرْبَاعٌ [erbâʹ] رَبْعٌ [rebʹ]in dahi cemʹi gelir, deve yavrusu maʹnâsına, رَطْبٌ [raṯb]ın cemʹi أَرْطَابٌ [erṯâb] geldiği gibi, nitekim ʹan-karîb gelir. Ve

رَبْعٌ [rebʹ] Mahalle maʹnâsına dahi gelir; yukâlu: مَا أَوْسَعَ رَبْعَ بَنِي فُلَانٍ أَيْ مَحَلَّتَهُمْ Ve

رَبْعٌ [rebʹ] Kirişi dört kattan bükmeğe dahi derler; yukâlu: رَبِعَ وَتَرَهُ يَرْبَعُهُ رَبْعًا إِذَا فَتَلَهُ مِنْ أَرْبَعِ قُوًى Ve قُوَّةٌ [ḵuvvet] bir kata derler. Ve

رَبْعٌ [rebʹ] Kuvvet sınamak için taş kaldırmağa dahi derler.

اَلرِّبْعُ [er-ribʹ] (râ’nın kesri ve bâ’nın sükûnuyla) Deve dört günde bir sulanmaktır; yukâlu: رَبَعَتِ الْإِبِلُ إِذَا وَرَدَتِ الرِّبْعَ Ve

رِبْعٌ [ribʹ] Dört günde bir tutan sıtmaya dahi derler, bir haysiyyetle ki bir gün tuta iki gün tutmaya ve dördüncü gün tuta ki sâbıkan tutan gün ile dördüncü olur; tekûlu: رَبَعَتْ عَلَيْهِ الْحُمَّى

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı