ṯalaḩ ~ طَلَحٌ

Kamus-ı Muhit - طلح maddesi

اَلطَّلَحُ [eṯ-ṯalaḩ] (فَرَحٌ [feraḩ] vezninde) Bir adamın miʹdesi taʹâmdan hâlî olmak maʹnâsınadır; yukâlu: طَلِحَ الرَّجُلُ طَلَحًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا صَارَ طَلَحًا أَيْ خَالِي الْجَوْفِ مِنَ الطَّعَامِ ve yukâlu: طُلِحَ الرَّجُلُ كَعُنِيَ يُعْنَى عَلَى بِنَاءِ الْمَفْعُولِ فَهُوَ طَلِيحٌ Ve

طَلَحٌ [ṯalaḩ] Niʹmet maʹnâsınadır; yukâlu: هُوَ فِي طَلَحٍ أَيْ فِي نِعْمَةٍ Ve

طَلَحٌ [Ṯalaḩ] Bir mevziʹ adıdır.

اَلطَّلْحُ [eṯ-ṯalḩ] (ṯâ’nın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Bir nevʹ şecer-i ʹazîm ismidir, ona طِلاَحٌ [ṯilâḩ] dahi denir, كِتَابٌ [kitâb] vezninde. Müfredi, طَلْحَةُ [ṯalḩat]tır hâ’yla. Bu şecer dikenli meşe ağacı envâʹındandır. Esâs’ta ve sâ΄ir müfredâtta mugaylân ağacıyla müfesserdir. Beyḋâvî dahi mugaylânla tefsîr eylemiştir. Ṡiḩâḩ müterciminin dikenli büyük ağaçlara denir demesi nâ-becâdır. Ve

طَلْحٌ [ṯalḩ] طَلْعٌ [ṯalʹ] lafzında lügattir ki hurmânın çiçeğine denir ki ibtidâ zuhûr eder. Ve muz ağacına طَلْحٌ [ṯalḩ] denir. Kâle’ş-şârih: فُسِّرَ قَوْلُهُ تَعَالَى ﴿وَطَلْحٍ مَنْضُودٍ﴾ بِشَجَرِ الْمَوْزِ وَهُوَ شَجَرٌ عِنْدَ الْعَرَبِ حَسَنُ اللَّوْنِ لِخُضْرَتِهِ وَصَفْوَتِهِ وَرِيحِ نَوْرِهِ Ve muz onun meyvesidir ki küçük hıyâr tarzında ve incîr lezzetinde olur. Ve

طَلْحٌ [ṯalḩ] Miʹdesi taʹâmdan hâlî aç adama ıtlâk olunur. Ve havuz dibinde kalan bulanık suya denir. Ve

طَلْحٌ [ṯalḩ] ve

طَلاَحَةٌ [ṯalâḩat] (صَرَاحَةٌ [ṡarâḩat] vezninde) Masdar olur, pek yorulup dermânde olmak maʹnâsına; yukâlu: طَلَحَ الْبَعِيرُ طَلْحًا وَطَلاَحَةً مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا أَعْيَا Ve bu maʹnâda müteʹaddî olur; yukâlu: طَلَحَ زَيْدٌ بَعِيرَهُ إِذَا أَتْعَبَهُ Ve

طَلْحٌ [ṯalḩ] Bundan sıfat olur, yorgun fürû-mânde insân ve hayvâna denir. Ve

طَلْحٌ [Ṯalḩ] Medîne ile Bedr beyninde bir mevziʹ adıdır.

اَلطِّلْحُ [eṯ-ṯilḩ] (ṯâ’nın kesriyle) Bu dahi sıfattır, yorgun ve fürû-mânde davara denir; müzekker ve mü΄ennesi berâberdir; yukâlu: جَمَلٌ طِلْحٌ وَنَاقَةٌ طِلْحٌ أَيْ مُعْيٍ وَمُتْعَبٌ Ve

طِلْحٌ [ṯilḩ] Kene taʹbîr olunan böceğe denir ki davarlara üşüp yapışır, قُرَادٌ [ḵurâd] dahi derler. Ve bu maʹnâdandır ki devâbb ve mevâşîsine gereği gibi takayyüd ve tîmâr ve riʹâyet eden adama طِلْحُ مَالٍ ıtlâk ederler, gûyâ ki kenenin davara mülâzemeti gibi bu dahi devâbb ve mevâşîye mülâzemetle ihtimâm eder; yukâlu: هُوَ طِلْحُ مَالٍ أَيْ إِزَاؤُهُ Kezâlik bi’t-tabʹ zen-dost olup dâ΄imâ zenâna tebaʹiyyet ve onlar ile üns ü ülfet eden yâdigâra طِلْحُ نِسَاءٍ ıtlâk olunur; yukâlu: هُوَ طِلْحُ نِسَاءٍ أَيْ يَتْبَعُهُنَّ Ve

طِلْحٌ [ṯilḩ] Arıklanmış mehzûl ve zebûn davara denir. Ve mevâşîyi yorup itʹâb eder olan çobana denir.

Vankulu Lugatı - طلح maddesi

اَلطَّلْحَةُ [eṯ-ṯalḩat] Vâhidi. Ve

طَلْحٌ [ṯalḩ] (ṯâ’nın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Deve طَلْحٌ [ṯalḩ] ağacından yiyip zahmet çekmek; yukâlu: طَلِحَتِ الْإِبِلُ مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا اشْتَكَتْ مِنْ أَكْلِ الطَّلْحِ Ve طَلْحٌ [ṯalḩ] طَلْعٌ [ṯalʹ]da lügattır. Ve طَلْعٌ [ṯalʹ] diye çiçeğe ve hurmânın evvel yemişine derler. Ve deve yorulmağa dahi طَلْحٌ [ṯalḩ] derler; yukâlu: طَلِحَ الْبَعِيرُ إِذَا أَعْيَا

اَلْأَطْلَاحُ [el-aṯlâḩ] (hemzenin fethiyle) Cemʹidir. Ve

طِلْحٌ [ṯilḩ] Keneye dahi derler.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı