ṯulaḵ ~ طُلَقٌ

Kamus-ı Muhit - طلق maddesi

اَلطَّلَقُ [eṯ-ṯalaḵ] (fethateynle) Deriden düzülür bir gûne bağa ve bukağıya denir. Ve deve kısmının suvarmasına mahsûs bir gûne seyr ve revişe denir ki deve ile suyun miyanesi iki gecelik mesâfe olmakla leyle-i ûlâda olan seyre طَلَقٌ [ṯalaḵ] derler; çoban deveyi إِطْلاَقٌ [iṯlâḵ] eylemekle yolda müseyyeben otlayarak gittiği için ıtlâk olundu. Bu cihetle zikr olunan develere leyle-i sâniyeden evvel طَوَالِقُ [ṯavâliḵ] ve leyle-i sâniyede قَوَارِبُ [ḵavârib] derler. Ve

طَلَقٌ [ṯalaḵ] Behre ve nasîb maʹnâsına müstaʹmeldir; tekûlu: أَصَبْتُ مِنْ مَالِهِ طَلَقًا أَيْ نَصِيبًا Ve bağırsağa denir; cemʹi أَطْلاَقٌ [aṯlâḵ] gelir. Mü΄ellif وَالْمِعَى وَالْقِتْبُ ʹibâretiyle tefsîr eylemekle اَلْقِتْبُ lafzı ʹatf-ı tefsirdir. Bağırsağa طَلَقٌ [ṯalaḵ] ıtlâkı müseyyeb olduğuna mebnîdir. Ve شُبْرُمٌ [şubrum] ismidir ki Mıṡır’da şerbet-i Ḩicâzî ve Türkîde ağaç sütleğeni dedikleri nebâttır, ʹalâ-kavlin طَلَقٌ [ṯalaḵ] başka bir nebât ismidir ki boyalarda istiʹmâl olunur yâhûd bunu nebât ile tefsîr vehmdir, zikri âtî hacerden hâ΄id olmuştur. Mü΄ellif bununla İbn ʹAbbâd’a taʹrîz eylemiştir. Ve

طَلَقٌ [ṯalaḵ] Bir baş seğirtmeye denir. طَلْقٌ [ṯalḵ] gibi شَوْطٌ [şavṯ] maʹnâsına; yukâlu: عَدَا الْفَرَسُ طَلَقًا وَطَلْقًا أَيْ شَوْطًا Ve bir hacer ismidir ki devâyîdir,كَوْكَبُ الْأَرْضِ [kevkebu’l-arḋ] dedikleridir, Türkîde evren pulu derler, Yemânî ve Hindî ve Endelusî nevʹi olur. Aʹlâsı Yemânî baʹdehu Hindî ve baʹdehu Endelusî olandır. Sahîfeleri be-gâyet rakîk ve berrâk ve levni sadefî olur. Dakk olundukta katmer katmer sahîfeleri ve pulları zuhûr eder. Ve onları hammâmlarda câm yerlerine istiʹmâl ederler, mahlûlünün aʹzâya tılâsı âteş yanığına mâniʹ olur. Ve tarîk-i halli budur ki baʹzı hurde çakıl taşlarıyla bir hırkada ılıca suya vazʹ ve tahrîkten sonra süzüp güneşte kurutalar. Ve işbu طَلَقٌ [ṯalaḵ] lafzı telek-i Fârisî muʹarrebidir ki fethateynledir ve gerçi lâm’ın sükûnuyla meşhûrdur yâhûd lâm’ın sükûnu lahndır, zîrâ aslı fethateynledir. Ve Ebû Ḩâtim ṯâ’nın kesriyle مِثْلٌ [mišamp;l] vezninde hikâyet eyledi.

اَلطَّلْقُ [eṯ-ṯalḵ] (ṯâ’nın harekât-ı selâsı ve lâm’ın sükûnuyla) ve

اَلطَّلِقُ [eṯ-ṯaliḵ] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) ve

طَلْقٌ [ṯalḵ] (ṯâ’nın fethiyle) Âhûya denir, ظَبْيٌ [żaby] maʹnâsına; cemʹiأَطْلاَقٌ [aṯlâḵ] gelir. Ve kelb-i şikârîye denir ki tazı taʹbîr olunur; ve minhu yukâlu: أَرْسَلَ الطَّلْقَ إِلَى الْأَطْلَاقِ أَيْ كَلْبَ الصَّيْدِ إِلَى الظِّبَاءِ Ve bağlı olmayıp ayağı boş olan nâkaya denir. Şârihin beyânına göre nâkaya mahsûs değildir. Ve

طَلْقٌ [ṯalḵ] Ne ıssı ve ne soğuk olan muʹtedil gündüze ve geceye vasf olur; yukâlu: يَوْمٌ طَلْقٌ وَلَيْلَةٌ طَلْقٌ وَطَلْقَةٌ أَيْ لاَ حَرٌّ وَلاَ قَرٌّ Ve

طَلْقٌ [Ṯalḵ] Aʹlâm-ı nâstandır: Ṯalḵ b. ʹAlî b. Ṯalḵ ve Ṯalḵ b. Ḣuşşâf ve Ṯalḵ b. Yezîd ashâbdandır. Ve

طَلْقٌ [ṯalḵ] Ayağı bağlı olmayıp boş olan adama ıtlâk olunur; ṯâ’nın zammıyla da lügattır; yukâlu: حُبِسَ فِي السِّجْنِ طَلْقًا أَيْ بِلاَ قَيْدٍ وَلاَ وِثَاقٍ Ve at kısmının bir baş seğirtmesine denir; ve minhu yukâlu: عَدَا الْفَرَسُ طَلْقًا أَوْ طَلْقَيْنِ أَيْ شَوْطًا أَوْ شَوْطَيْنِ

اَلطَّلِيقُ [eṯ-ṯalîḵ] (أَمِيرٌ [emîr] vezninde) طُلُوقَةٌ [ṯulûḵat] ve طَلاَقَةٌ [ṯalâḵat]ten vasflardır ve dâ΄imâ وَجْهٌ [vech] lafzına muzâf olurlar, güler yüzlü, beşâşetli, küşâde-rûy adama denir; yukâlu: هُوَ طَلْقُ الْوَجْهِ مُثَلَّثَةً وَطَلِقُ الْوَجْهِ وَطَلِيقُ الْوَجْهِ أَيْ ضَاحِكُ الْوَجْهِ مُشْرِقَةٌ Ve eli açık civân-merd adama طَلْقُ الْيَدَيْنِ [ṯalḵu’l-yedeyn] ıtlâk olunur ṯâ’nın fethiyle ve zammeteynle; yukâlu: رَجُلٌ طَلْقُ الْيَدَيْنِ وَطُلُقُهُمَا أَيْ سَمْحُ الْيَدَيْنِ Ve lisânı cârî ve âb-ı revân gibi mütekellim ve fasîh adama طَلْقُ اللِّسَانِ [ṯalḵu’l-lisân] ıtlâk olunur ṯâ’nın fethi ve kesriyle ve طَلِيقُ اللِّسَانِ [ṯalîḵu’l-lisân] dahi denir. Ve لِسَانٌ [lisân]a dahi sıfat olur; yukâlu: رَجُلٌ طَلْقُ اللِّسَانِ وَطَلِيقُهُ أَيْ ذَلِيقُ اللِّسَانِ ve yukâlu: لِسَانٌ طَلْقٌ أَيْ ذَلْقٌ وَلِسَانٌ طَلِيقٌ أَيْ ذَلِيقٌ وَطُلُقٌ بِضَمَّتَيْنِ أَيْ ذُلُقٌ وَطُلَقٌ كَصُرَدٍ وَطَلِقٌ كَكَتِفٍ أَيْ ذُو حِدَّةٍ Ve üç ayağı sekil olup meselâ sağ eli sekil olmayan ata طَلْقُ الْيَدِ الْيُمْنَى [ṯalḵu’l-yedi’l-yumnâ] derler ṯâ’nın fethiyle; yukâlu: فَرَسٌ طَلْقُ الْيَدِ الْيُمْنَى أَيْ مُطْلَقُهَا لاَ تَحْجِيلَ فِيهَا Ve kâle fi’l-Esâs: فَرَسٌ مُحَجَّلُ ثَلاَثٍ مُطْلَقُ يَدٍ أَوْ رِجْلٍ وَيُقَالُ مُحَجَّلُ الْأَيَامِنِ مُطْلَقُ الْأَيَاسِرِ Ve

طَلْقٌ [ṯalḵ] Masdar olur, hatunu buru tutmak maʹnâsınadır; yukâlu: طُلِقَتِ الْمَرْأَةُ فِي الْمَخَاضِ طَلْقًا عَلَى بِنَاءِ الْمَجْهُولِ إِذَا أَصَابَهَا وَجَعُ الْوِلاَدَةِ Ve bir adam elini hayr ve ihsâna açmak yaʹnî birr ve ihsân eylemek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: “طَلَقَ فُلاَنٌ يَدَهُ بِخَيْرٍ طَلْقًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا فَتَحَهَا بِهِ Ve bir nesne vermek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: طَلَقَهُ الشَّيْءَ إِذَا أَعْطَاهُ إِيَّاهُ Ve ıraklaşmak maʹnâsınadır; yukâlu: طَلِقَ الرَّجُلُ طَلَقًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا تَبَاعَدَ Ve

Vankulu Lugatı - طلق maddesi

اَلطُّلَقُ [eṯ-ṯulaḵ] (ṯâ’nın zammı ve lâm’ın fethiyle) Bi-maʹnâhu kezâlik. Ve

طُلَقٌ [ṯulaḵ] Bağdan ıtlâk olunan deveye dahi derler, nitekim tafsîli gelir inşâallâhu taʹâlâ; yukâlu: رَجُلٌ طُلَقٌ ذُلَقٌ فَفِيهِ أَرْبَعُ لُغَاتٍ Ve

طَلْقٌ [ṯalḵ] (feth-i ṯâ ve sükûn-i lâm’la) Şol geceye ve şol gündüze derler ki onda soğuk olmaya. Ve sâ΄ir mûziyâttan dahi berî ola; yukâlu: يَوْمٌ طَلْقٌ وَلَيْلَةٌ طَلْقٌ إِذَا لَمْ يَكُنْ فِيهِمَا قُرٌّ وَلَا شَيْءٌ يُوذِي Ve

طَلْقٌ [ṯalḵ] Kezâlik bir devenin ismidir ki onunla tılâ olunsa od yanığın menʹ eder. Ve

طَلْقٌ [ṯalḵ] Kezâlik oğlan burusuna dahi derler; yukâlu: طُلِقَتِ الْمَرْأَةُ تُطْلَقُ طَلْقًا عَلَى مَا لَمْ يُسَمَّ فَاعِلُهُ

اَلْأَطْلَاقُ [el-aṯlâḵ] (hemzenin fethiyle) Cemʹi, bağdan ıtlâk olunmuş develer maʹnâsına. Ve

طُلُقٌ [ṯuluḵ] Fasîhu’l-lisân olana dahi derler, nitekim mürûr etti. Ve

طُلُقٌ [ṯuluḵ] Kayd ve bendsiz habs etmeğe dahi derler; yukâlu: حُبِسَ فُلَانٌ فِي السِّجْنِ طُلُقًا أَيْ بِغَيْرِ قَيْدٍ Ve

طُلُقٌ [ṯuluḵ] At ayağının sekili olmamağa dahi derler; yukâlu: فَرَسٌ طُلُقُ إِحْدَى الْقَوَائِمِ إِذَا كَانَتْ إِحْدَى قَوَائِمِهَا لَا تَحْجِيلَ فِيهَا

اَلطَّلْقُ [eṯ-ṯalḵ] (ṯâ’nın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Güler yüzlü olmak hande-rûluk maʹnâsına. Ve

طَلْقٌ [ṯalḵ] Deve suvarmak için olan seyre dahi derler, nitekim gelir inşâallâhu taʹâlâ; yukâlu: طَلَقَ طَلْقًا Ve

طَلْقُ الْيَدَيْنِ [ṯalḵu’l-yedeyn] Eli açık maʹnâsına da gelir; yukâlu: رَجُلٌ طَلْقُ الْيَدَيْنِ أَيْ سَمْحٌ وَامْرَأَةٌ طَلْقَةُ الْيَدَيْنِ Ve

طَلْقُ اللِّسَانِ [ṯalḵu’l-lisân] Fasîhu’l-lisân maʹnâsına da gelir; yukâlu: رَجُلٌ طَلْقُ اللِّسَانِ وَذَلْقُ اللِّسَانِ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı