el-ḩarḋ ~ اَلْحَرْضُ

Kamus-ı Muhit - الحرض maddesi

اَلْحَرْضُ [el-ḩarḋ] (عَرْضٌ [ʹarḋ] vezninde) Bir kimse kendi nefsini bir hâletle fâsid ve tebâh kılmak maʹnâsınadır; yukâlu: حَرَضَ الرَّجُلُ نَفْسَهُ حَرَضًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا أَفْسَدَهَا

اَلْحُرْضُ [el-ḩurḋ] (ḩâ’nın zammıyla) ve

اَلْحُرُضُ [el-ḩuruḋ] (zammeteynle) أُشْنَانٌ [uşnân] ismidir ki çoğan dedikleri köktür. Ve kuri΄e bihi kavluhu taʹâlâ: ḣحَتَّى تَكُونَ حُرُضًاḢ أَيْ حَتَّى تَكُونَ كَالْأُشْنَانِ نُحُولاً وَيُبْسًا Ve muhaddisînden Manṡûr b. Muḩammed ve ʹAbdulbâḵî b. ʹAbdulcebbâr el-Ḩurḋiyyân onun beyʹine mensûblardır.

اَلْحَارِضَةُ [el-ḩâriḋat] ve

اَلْحَارِضُ [el-ḩâriḋ] ve

اَلْحَرِضُ [el-ḩariḋ] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) حَرَضٌ [ḩaraḋ] gibi mizâcı pek fâsid ve tebâh olan hasta ve nâ-tüvân kimseye denir. Ve

حَارِضٌ [ḩâriḋ] Ölümcül hastaya denir; yukâlu: هُوَ حَارِضٌ أَيْ مُشْرِفٌ عَلَى الْهَلاَكِ Ve rezîl ve fâsid ve metrûk ve bî-iʹtibâr kimseye denir; yukâlu: رَجُلٌ حَارِضٌ أَيْ رَذِيلٌ فَاسِدٌ مَتْرُوكٌ بَيِّنُ الْحَرَاضَةِ وَالْحَرُوضَةِ وَالْحُرُوضَ Ve

حَرِضٌ [ḩariḋ] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) Kıyâma kudreti kalmayan düşkün ve nâ-tüvân kimseye denir; yukâlu: رَجُلٌ حَرِضٌ إِذَا كَانَ لاَ يَقْدِرُ عَلَى النُّهُوضِ

اَلْحَرَضُ [el-ḩaraḋ] (fethateynle) Bir adamın bedeni yâhûd dîn ve mezhebi yâhûd ʹakl ve şuʹûru fâsid ve tebâh olmak maʹnâsınadır; yukâlu: حَرِضَ الرَّجُلُ حَرَضًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا فَسَدَ بَدَنُهُ أَوْ مَذْهَبُهُ أَوْ عَقْلُهُ Ve yukâlu: فِيهِ حَرَضٌ أَيْ فَسَادٌ Ve

حَرَضٌ [ḩaraḋ] Mizâcı pek fâsid ve tebâh olan hasta ve nâ-tüvân kimseye denir ki tesmiye bi’l-masdardır; yukâlu: رَجُلٌ حَرَضٌ أَيْ فَاسِدٌ مَرِيضٌ Ve be-gâyet dermânda ve ʹâciz ve fürû-mândeye denir; yukâlu: أَصْبَحَ حَرَضًا أَيْ كَالاًّ مُعْيِيًا Ve ölümcül hastaya denir; yukâlu: هُوَ حَرَضٌ أَيْ مُشْرِفٌ عَلَى الْهَلاَكِ Ve bî-hayr u menfaʹat kimseye, ʹalâ-kavlin ne hayrı me΄mûl ve ne şerrinden ihtirâz olunan cemâd gibi, هَمَجٌ [hemec] kimseye denir; yukâlu: رَجُلٌ حَرَضٌ أَيْ لاَ خَيْرَ عِنْدَهُ أَوْ لاَ يُرْجَى خَيْرُهُ وَلاَ يُخَافُ شَرُّهُ Bunların müfred ve cemʹi ve müzekker ve mü΄ennesi berâberdir, zîrâ fi’l-asl masdarlardır. Ve baʹzen أَحْرَاضٌ [aḩrâḋ] üzere ve حُرْضَانٌ [ḩurḋân] üzere ki ḩâ’nın zammıyladır ve حِرَضَةٌ [ḩiraḋat] üzere ki عِنَبَةٌ [ʹinebet] veznindedir, cemʹlenirler, vasfiyyet mülâhazıyla. Ve

حَرَضٌ [ḩaraḋ] ʹAşk yâhûd hüzn ve keder âteşi vücûdunu eritip hayâl eylemiş kimseye denir; yukâlu: رَجُلٌ حَرَضٌ إِذَا صَارَ قَدْ أَذَابَهُ الْعِشْقُ أَوِ الْحُزْنُ Ve erbâb-ı cenk olmayan Mollâ Muhammed takımına denir; yukâlu: هُوَ حَرَضٌ أَيْ لاَ يَتَّخِذُ سِلاَحًا وَلاَ يُقَاتِلُ Ve hareket ve kıyâma mecâli olmayan üftâde ve nâ-tüvâna denir; yukâlu: صَارَ حَرَضًا أَيْ سَاقِطًا لاَ يَقْدِرُ عَلَى النُّهُوضِ Ve bu maʹnâda masdar olur; yukâlu: حَرِضَ الرَّجُلُ حَرَضًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا صَارَ سَاقِطًا لاَ يَقْدِرُ عَلَى النُّهُوضِ Ve

حَرَضٌ [ḩaraḋ] Nâsın ve kelâmın kötüsüne ve kemterine denir; yukâlu: رَجُلٌ وَكَلاَمٌ حَرَضٌ أَيْ رَدِيءٌ Ve vücûdu maraz ve ʹilletten zebûn olup hılâl gibi eriyip kalmış adama denir; ve minhu kavluhu taʹâlâ: ﴿حَتَّى تَكُونَ حَرَضًا﴾ الآية، أَيْ مُضْنًى مَرَضًا وَسُقْمًا Ve bir kimsenin derd ve mihnet ve marazı uzayıp gitmek maʹnâsınadır; yukâlu: حَرِضَ الرَّجُلُ حَرَضًا إِذَا طَالَ هَمُّهُ وَسُقْمُهُ Ve rezîl ve fâsid olmak maʹnâsınadır; yukâlu: حَرِضَ الرَّجُلُ إِذَا رَذُلَ وَفَسَدَ ve

حَرَضٌ [ḩaraḋ] Pek arık nâ-tüvân nâkaya denir; yukâlu: نَاقَةٌ حَرَضٌ أَيْ ضَاوِيَّةٌ Ve Yemen’de bir belde adıdır. Ve

حَرَضُ الثَّوْبِ [ḩaraḋu’šamp;-šamp;evb] Sevbin kenârında olan pervâzına ve saçağına ve zincifine ve sâ΄ir bu makûle nesnesine denir. Ve

حَرَضٌ [ḩaraḋ] Aspur tohumu devşirmek maʹnâsınadır; yukâlu: حَرِضَ الرَّجُلُ حَرَضًا إِذَا لَقَطَ الْإِحْرِيضَ Ve miʹde fesâdına uğramak maʹnâsınadır; yukâlu: حَرِضَ فُلاَنٌ إِذَا فَسَدَتْ مَعِدَتُهُ

Vankulu Lugatı - الحرض maddesi

اَلْحُرُضُ [el-ḩuruḋ] (zammeteynle) Çoğan dedikleri kök, أُشْنَانٌ [uşnân] maʹnâsına.

اَلْحَرَضُ [el-ḩaraḋ] (fethateynle) Şol kimsedir ki inizede hastalığına mübtelâ olup kendi giysisi içinde eriyip fâsid ola; yukâlu: رَجُلٌ حَرَضٌ أَيْ مَرِيضٌ فَسَدَ فِي ثِيَابِهِ Ebû ʹUbeyde eyitti: Bunun vâhidi ve cemʹi berâber olur. Ve Ebû ʹAmr eyitti: حَرَضٌ [ḩaraḋ] şol kimsedir ki onu gussa ve ʹışk zebûn etmiş ola; yukâlu: حَرِضَ بِالْكَسْرِ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı