اَلْبَرُّ [el-berr] (bâ’nın fethiyle) بِرٌّ [birr]-i mezkûrdan vasftır, cümle-i ʹibâda birr ve ʹatûfet ve ihsânı ʹamîm olan Zât-ı celîl-i kerîmin esmâ-i hüsnâsındandır. Ve sâdık ve râst-gûy adama ıtlâk olunur; yukâlu: هُوَ بَرٌّ أَيْ صَادِقٌ Ve birr ve ihsânı firâvân olan adama denir ki بَارٌّ [bârr] dahi denir; lâkin بَرٌّ [berr] بَارٌّ [bârr]dan eblagdır; yukâlu: رَجُلٌ بَرٌّ وَبَارٌّ أَيْ كَثِيرُ الْبِرِّ Cemʹi أَبْرَارٌ [ebrâr] ve بَرَرَةٌ [bereret] gelir. Şârih der ki بَرٌّ [berr]in cemʹi أَبْرَارٌ [ebrâr] ve بَارٌّ [bârr]ın بَرَرَةٌ [bereret]tir; yukâlu: رَجُلٌ بَرٌّ مِنْ قَوْمٍ أَبْرَارٍ وَبَارٌّ مِنْ بَرَرَةٍ Ve
بَرٌّ [berr] (bâ’nın fethiyle) Masdar olur, yemînde sâdık olmak maʹnâsına ki حِنْثٌ [ḩinšamp;] mukâbilidir bâ’nın kesriyle de lügattır. Ve bu maʹnâdâ بُرُورٌ [burûr] dahi masdardır, قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde; tekûlu: بَرِرْتَ فِي يَمِينِكَ وَبَرَرْتَ بِرًّا وَبَرًّا وَبُرُورًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ وَالثَّانِي أَيْ صَدَقْتَ Bunda فِي ile müteʹaddî olur ve yemîne dahi isnâd olunur, yemîn sâdık olmak maʹnâsına ki yemîn yerini bulmak taʹbîr olunur; yukâlu: بَرَّتِ الْيَمِينُ بِرًّا وَبَرًّا وَبُرُورًا إِذَا صَدَقَتْ Ve
بَرٌّ [berr] Bahr mukâbilidir ki sahrâ΄ maʹnâsınadır, kara taʹbîr olunur; yukâlu: هُوَ مِسْفَارٌ رَكِبَ الْبَرَّ وَالْبَحْرَ Ve kahr ve galebe eylemek maʹnâsına masdar olur; yukâlu: بَرَّهُ بَرًّا كَمَدَّهُ مَدًّا يَعْنِي مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا قَهَرَهُ بِفِعَالٍ أَوْ مَقَالٍ Ve
بَرٌّ [Berr] Esâmîdendir: Berr b. ʹAbdullâh ed-Dârî ashâbdandır. Ve Ebû ʹAmr b. ʹAbdulberr, Endelüs ʹulemâsındandır. Ve edîb Ebû Muḩammed ʹAbdullâh b. Berrî ve ʹAlî b. Berrî ve ʹAlî b. Baḩr b. Berrî el-Berrî ve hafîdi Muḩammed b. el-Ḩasan b. ʹAlî ve birâder-zâdesi Ḩasan b. Muḩammed b. Baḩr b. Berrî muhaddislerdir. Ammâ Ḩasan b. ʹAlî b. ʹAbdulvâhid ve ʹOšamp;man b. Miḵsem el-Burriyyân ki bunlar da muhaddislerdir bâ’nın zammıyladır ki بُرٌّ [burr]e yaʹnî حِنْطَةٌ [ḩinṯat] beyʹine mensûblardır.
اَلْبِرُّ [el-birr] (bâ’nın kesri ve râ’nın teşdîdiyle) Sıla ve inʹâm maʹnâsınadır; yukâlu: وَصَلَهُ بِالْبِرِّ أَيِ الصِّلَةِ Mü΄ellifin Baṡâ΄ir’de beyânına göre asl بَرٌّ [berr] bâ’nın fethiyle bahr mukâbilinde mevzûʹdur, baʹdehu ondan tevessüʹ maʹnâsı iʹtibâr olunup kesr-i bâ ile بِرٌّ [birr] kelimesi ahz ve tevessüʹ fî fiʹli’l-hayr maʹnâsında istiʹmâl olundu. Taraf-ı ilâhîye nisbet olunduğu gibi baʹzen ʹibâda dahi nisbet olunur. Meselâ بَرَّ الْعَبْدُ رَبَّهُ derler, تَوَسَّعَ فِي طَاعَتِهِ maʹnâsına. Pes Cenâb-ı Bârî’den sevâb ve ʹibâddan tâʹat murâd olur. Ve o dahi iki nevʹdir: biri iʹtikâd ve biri aʹmâl cihetiyledir. Ve بِرُّ الْوَالِدَيْنِ [birru’l-vâlideyn] onlara hizmet ve ihsânda tevessüʹ eylemekten ʹibârettir ki عُقُوقٌ [ʹuḵûḵ] mukabilidir. Ve بِرٌّ [birr] sıdk-ı kelâmda dahi istiʹmâl olunur, hayr-ı mütevessiʹden olmak hasebiyle. Ve sıdk-ı yemîn bundan münşaʹibdir. Ve kabûl-i hacc maʹnâsı sevâb-ı ilâhî cümlesindendir. Ve حِنْطَةٌ [ḩinṯat]a bâ-i mazmûme ile بُرٌّ [burr] ıtlâkı gıdâ΄ husûsunda evsaʹu mâ yuhtâcu ileyh olmak münâsebetiyledir. İntehâ. Ve
بِرٌّ [birr] Cennet-i aʹlâya ıtlâk olunur; tekûlu: جَعَلَنَا اللهُ مِنْ أَهْلِ الْبِرِّ أَيِ الْجَنَّةِ Ve hayr ve fazl ve hasene maʹnâsına istiʹmâl olunur; yukâlu: فُلاَنٌ أَهْلُ الْبِرِّ أَيِ الْخَيْرِ Ve vüsʹat üzere yaʹnî kesîr ve firâvân ihsân eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: فُلاَنٌ يَبِرُّ بِرًّا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي أَيْ يَتَّسِعُ فِي الْإِحْسَانِ Ve hacc eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: بَرَّ فُلاَنٌ إِذَا حَجَّ Ve hacc makbûl olmak maʹnâsınadır; yukâlu: بَرَّ حَجُّكَ بِفَتْحِ الْبَاءِ أَيْ عَلَى الْبِنَاءِ لِلْفَاعِلِ وَبُرَّ حَجُّكَ بِضَمِّ الْبَاءِ فَهُوَ مَبْرُورٌ أَيْ مَقْبُولٌ ve yukâlu: بَرَّ اللهُ حَجَّهُ أَيْ قَبِلَهُ Pes burada بِرٌّ [birr] kelimesi lâzım ve müteʹaddî olarak müstaʹmeldir. Miṡbâḩ’ta hemze ile taʹdiyesi dahi mersûmdur, fe-yukâlu: أَبَرَّ اللهُ حَجَّهُ ve kâle fi’n-Nihâye: اَلْحَجُّ الْمَبْرُورُ هُوَ الَّذِي لاَ يُخَالِطُهُ شَيْءٌ مِنَ الْمَآثِمِ وَقِيلَ الْمَقْبُولُ الْمُقَابَلُ بِالْبِرِّ وَهُوَ الثَّوَابُ يُقَالُ بَرَّ حَجُّهُ وَبُرَّ حَجُّهُ وَبَرَّ اللهُ حَجَّهُ وَأَبَرَّهُ Pes kavl-i evvel ʹabd tarafından ve kavl-i sânî Hazret-i Bârî tarafından sudûra mebnîdir, niteki ânifen zikr olundu. Ve
بِرٌّ [birr] ve
مَبَرَّةٌ [meberret] (مَضَرَّةٌ [maḋarrat] vezninde) Vâlideyne ve sâ΄ir hukûkları müteretteb olan ehl ve akâribe ihsân ile mihrübânlık eylemek maʹnâsınadır ki عُقُوقٌ [ʹuḵûḵ] mukâbilidir ki tazyîʹ-i hukûktan ʹibârettir; tekûlu: بَرِرْتُ وَالِدَيَّ وبَرَرْتُهُ بِرًّا وَمَبَرَّةً مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ وَالثَّانِي إِذَا أَحْسَنْتُ إِلَيْهِ وَوَصَلْتُهُ Şârih der ki bâb-ı râbiʹden emr-i hâzırı بَرَّ gelir bâ’nın fethi ve bâb-ı sânîden بِرَّ gelir bâ’nın kesriyle. Ve
بِرٌّ [birr] Koyun ve keçi sürüsü sürmek maʹnâsınadır; yukâlu: بَرَّ الْغَنَمَ إِذَا سَاقَهَا Ve
بِرٌّ [birr] Gönüle ıtlâk olunur; tekûlu: أَكُونُ مَكَانَ الْبِرِّ مِنْهُ أَيِ الْفُؤَادِ ve yukâlu: هُوَ مُطْمَئِنُّ الْبِرِّ أَيِ الْفُؤَادِ Ve tilki eniğine denir, veled-i saʹleb maʹnâsına. Ve fâreye denir. Ve جُرَذٌ [curež] dedikleri bir nevʹ iri fâreye denir. Ve
بِرٌّ [birr] Gerçeklik, sıdk maʹnâsına müstaʹmeldir; tekûlu: بَرِرْتُ فِي الْقَوْلِ بِرًّا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا صَدَقْتَ فِيهِ Ve tâʹat ve inkıyâd maʹnâsınadır; yukâlu: فُلاَنٌ يَبَرُّ خَالِقَهُ أَيْ يُطِيعُهُ Kâle’ş-şârih ve bihi fussire kavluhu taʹâlâ: ﴿أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ﴾ اَلْآيَة، أَيِ الطَّاعَةِ وَالْعِبَادَةِ ve minhu’l-hadîsu: “لَيْسَ مِنَ الْبِرِّ الصِّيَامُ فِي السَّفَرِ” Ve maʹnâ-yı mezbûrda بِرٌّ [birr] kelimesinin ism-i ʹalemi بَرَّةُ [berret] lafzıdır bâ’nın fethi ve âhirde hâ’yla, gerçeklik ve tâʹat ve ʹibâdet maʹnâsınadır maʹrife olarak, onun için gayr-i munsarıftır taʹrîf ve te΄nîs ʹilletlerine mebnî. Ve
بِرٌّ [birr] Yemînde sâdık olmak maʹnâsınadır; حِنْثٌ [ḩinšamp;] mukâbilidir, ke-mâ se-yuzkeru. Ve
بِرٌّ [Birr] kelimesi tevessüʹan elkâbdandır: Muḩammed b. ʹAlî b. el-Birr el-Luġavî b. el-Ḵaṯṯâʹ nâm imâm ve edîbin şeyhidir. Ve
بِرٌّ [birr] Esmâ-i ricâldendir ve fi’l-emsâl: “فُلاَنٌ لاَ يَعْرِفُ هِرًّا مِنْ بِرٍّ” أَيْ ما يُهِرُّهُ مِمَّا يَبِرُّهُ أَوْ لاَ يَعْرِفُ الْقِطَّ مِنَ الْفَأْرِ أَوْ دُعَاءَ الْغَنَمِ مِنْ سَوْقِهَا أَوْ دُعَاءَهَا إِلَى الْمَاءِ مِنْ دُعَاءِهَا إِلَى الْعَلَفِ أَوِ الْعُقُوقَ مِنَ اللُّطْفِ أَوْ الْكَرَاهِيَةَ مِنَ الْإِكْرَاهِ أَوْ الْهَرْهَرَةَ مِنَ الْبَرْبَرَةِ
اَلْبَرُّ [el-berr] (bâ’nın fethiyle) İyilik eden kimse. Ve
بَرٌّ [berr] Sahrâ maʹnâsına da gelir ki بَحْرٌ [baḩr]in mukâbilidir.
اَلْبِرُّ [el-birr] (bâ’nın kesriyle) İyilik etmek ki عُقُوقٌ [ʹuḵûḵ]un mukâbilidir. Ve mutîʹ olmağa dahi derler; yukâlu: فُلَانٌ يَبَرُّ خَالِقَهُ Ve
بِرٌّ [birr] Yemînde sâdık olmağa dahi derler; yukâlu: بَرَّ فُلَانٌ فِي يَمِينِهِ أَيْ صَدَقَ Ve hacc makbûl olmağa dahi derler; yukâlu: بَرَّ حَجُّهُ بِفَتْحِ الْبَاءِ وَبُرَّ حَجُّهُ بِضَمِّ الْبَاءِ وَيُقَالُ بَرَّ اللهُ حَجَّهُ بِرًّا بِالْكَسْرِ فِي هَذَا كُلِّهِ
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı