ʹaraḵ ~ عَرَقٌ

Kamus-ı Muhit - عرق maddesi

اَلْعَرَقُ [el-ʹaraḵ] (fethateynle) Zî-rûh kısmının gövdesi derisinden sızıp çıkan rutûbete denir ki ter taʹbîr olunur, sâ΄ir nesnelerin terinde bi’l-istiʹâre istiʹmâl olunur; yukâlu: مَسَحَ عَرَقَهُ وَهُوَ رَشْحُ جِلْدِ الْإِنْسَانِ Ve duvardan sızıp çıkan rutûbete ıtlâk olunur. Ve ʹivaz ve sevaba, ʹalâ-kavlin kalîline ıtlâk olunur; yukâlu: إِتَّخَذْتُ عِنْدَهُ يَدًا بَيْضَاءَ وَأُخْرَى خَضْرَاءَ فَمَا نِلْتُ مِنْهُ عَرَقًا أَيْ ثَوَابًا وَنَفْعًا Ve süte ıtlâk olunur, memeye gelince damarlardan tereşşuh eylediği için. Ve duvar sırasına ve koruna denir; yukâlu: بَنَى الْبَانِي عَرَقًا أَوْ عَرَقَيْنِ عَرَقَةً وَعَرَقَتَيْنِ أَيْ صَفًّا وَصَفَّيْنِ Ve dağın yöresinde olan yollara ıtlâk olunur. Ve sıra sıra deve izlerine ıtlâk olunur. Ve عَرَقُ التَّمْرِ [ʹaraḵu’t-temr] hurmâ pekmezine denir. Ve

عَرَقٌ [ʹaraḵ] Kuru üzüme denir, زَبِيبٌ [zebîb] maʹnâsına. Ve devenin dölüne denir, نِتَاجُ الْإِبِلِ [nitâcu’l-ibil] maʹnâsına. Ve nefʹ ve fâ΄ideye ıtlâk olunur; tekûlu: مَا أَصَبْتُ مِنْهُ عَرَقًا أَيْ نَفْعًا Ve sıravardı duran atlara ve kuşlara ıtlâk olunur. Ve mutlakan her nesnenin sırasına ve taburuna denir. Ve hurmâ yaprağından hasır tarzında yapılmış nesneye denir, büküp zenbîl yapmazdan mukaddem, ʹalâ-kavlin zenbîle denir, bunda râ’nın sükûnuyla da lügattır. Ve at kısmının mısır oyununa gider gibi bir baş seğirtmesine denir; yukâlu: جَرَى الْفَرَسُ عَرَقًا أَيْ شَوْطًا وَطَلَقًا Ve

عَرَقُ الْقِرْبَةِ [ʹaraḵu’l-ḵirbet] Şiddetten ve mihnet ve meşakkatten kinayedir. Kırba terledikte râyihası bed ve habîs olur yâhûd kırbada fî-nefsi’l-emr عَرَقٌ [ʹaraḵ] mutasavver olmamakla gûyâ ki muhâl nesneyi mütekellif olur yâhûd عَرَقُ الْقِرْبَةِ [ʹaraḵu’l-ḵirbet]ten murâd kırbanın menfaʹati yaʹnî tereşşuh eden suyudur, gûyâ o kimse be-gâyet taʹab ve mihnete uğrayıp ve yanında ve bir eshel mahalde dahi su olmamakla mesâfe-i baʹîdede vâkiʹ kırbanın suyuna varıp defʹ-i harâret eylemeğe muhtâc olmuştur yâhûd عَرَقُ الْقِرْبَةِ [ʹaraḵu’l-ḵirbet] dedikleri hurmâ yaprağından örülmüş hasır tarzında nesnedir ki dolu kırba götüren adama onu göğsüne dayayıp kırbayı onun üzerinden alır yâhûd dolu ve ağır kırbayı götüren kimse ne gûne sıklet çekip ʹarak-rîz olur ise o gûne renc ve meşakkate uğramaktan kinâyedir. Ve’l-hâsıl beyne’l-ʹArab عَرَقُ الْقِرْبَةِ meseldir; tekûlu: لَقِيتُ مِنْهُ عَرَقَ الْقِرْبَةِ أَيِ الشِّدَّةَ وَالْمَجْهُودَ وَالْمَشَقَّةَVe

عَرَقٌ [ʹaraḵ] Masdar olur, terlemek maʹnâsın; yukâlu: عَرِقَ الرَّجُلُ عَرَقًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا تَرَشَّحَ جِلْدُهُ Ve üşengen kâhil olmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَرِقَ الرَّجُلُ إِذَا كَسِلَ

اَلْعَرْقُ [el-ʹarḵ] (غَرْقٌ [ġarḵ] vezninde) ve

اَلْمَعْرَقُ [el-maʹraḵ] (مَقْعَدٌ [maḵʹad] vezninde) Kemik üzerinde olan eti kemirip cümlesini yemek maʹnâsınadır; yukâlu: عَرَقَ الْعَظْمَ عَرْقًا وَمَعْرَقًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا أَكَلَ مَا عَلَيْهِ مِنَ اللَّحْمِ Ve bir semte gitmek maʹnâsınadır; yukâlu: عَرَقَ فِي الْأَرْضِ إِذَا ذَهَبَ Ve kırbaya ve azık çantasına عِرَاقٌ [ʹirâḵ] dikmek maʹnâsınadır; yukâlu: عَرَقَ الْمَزَادَةَ إِذَا جَعَلَ لَهَا عِرَاقًا Ve

عَرْقٌ [ʹarḵ] Eti yenmiş kemiğe denir; cemʹi عِرَاقٌ [ʹirâḵ] gelir, كِتَابٌ [kitâb] vezninde ve عُرَاقٌ [ʹurâḵ] gelir, غُرَابٌ [ġurâb] vezninde ve bu nevâdirdendir. Ve baʹzılar ʹindinde eti üzerinde olan kemiğe عَرْقٌ [ʹarḵ] ve eti soyulup ekl olunmuşa عُرَاقٌ [ʹurâḵ] denir, غُرَابٌ [ġurâb] vezninde, ke-mâ se-yuzkeru. Ve ʹalâ-kavlin ikisi de zikr olunan iki maʹnâya ıtlâk olunur. Ve

عَرْقٌ [ʹarḵ] Bir adamın gövdesinde eti az olmak maʹnâsınadır, ke-mâ se-yuzkeru. Ve

عَرْقٌ [ʹarḵ] Şol yola denir ki nâs ondan sülûk ve tereddüd ederek şâh-râh olmuş ola; yukâlu: أَخَذَ الْعَرْقَ فِي ذَهَابِهِ وَهُوَ الطَّرِيقُ يَعْرُقُهُ النَّاسُ حَتَّى يَسْتَوْضِحَ Pes bu مَعْرُوقٌ [maʹrûḵ] maʹnâsına olur.

اَلْعِرْقُ [el-ʹirḵ] (ʹayn’ın kesriyle) Damara denir, Fârisîde reg denir; bedende olur ve ağaçta olur ki kökünde damar tarzında tel tel saçaklardan ʹibârettir, her tarafa sürüp gider; cemʹiعُرُوقٌ [ʹurûḵ] ve أَعْرَاقٌ [aʹrâḵ] gelir ve عِرَاقٌ [ʹirâḵ] gelir ʹayn’ın kesriyle. Ve

عِرْقٌ [ʹirḵ] Her nesnenin asl ve bünyâdına ıtlâk olunur; yukâlu: لَهُ عِرْقٌ كَرِيمٌ أَيْ أَصْلٌ Ve aslâ ot bitirmez çorak yere denir. Ve şol yüksek ve dik yukarı galîz sarp dağa denir ki sarplığından tepesine çıkmak mümkin olmaya. Ve küçük dağa denmekle zıdd olur. Ve gövdeye denir, جَسَدٌ [cesed] maʹnâsına. Ve bir mevziʹ adıdır. Ve süte denir. Ve çok devâbb ve mevâşî dölüne denir, nitâc-ı kesîr maʹnâsına. Ve Ḩuseyn b. ʹAbdulcebbâr nâm muhaddisin lakabıdır. Ve ılgın ağacı biten çorak yere denir. Ve yer ile uzun uzadı yufkaca kum yığınına denir, ʹalâ-kavlin yüksek mekâna denir; cemʹi عُرُوقٌ [ʹurûḵ]tur. Ve azca nesneye denir; yukâlu: عِرْقٌ مِنَ الْمَاءِ أَيْ قَلِيلٌ

Vankulu Lugatı - عرق maddesi

اَلْعَرَقُ [el-ʹaraḵ] Bir nesneden sızıp çıkan nesne. Ve

عَرَقٌ [ʹaraḵ] Dürülmek maʹnâsına da gelir; yukâlu: عَرِقَ الرَّجُلُ مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ Ve

عَرَقٌ [ʹaraḵ] Döl maʹnâsına da gelir; minhu kavluhum: مَا أَكْثَرَ عَرَقَ إِبِلِهِ أَيْ نِتَاجَهَا Ve

عَرَقٌ [ʹaraḵ] Sıra maʹnâsına da gelir gerek atlar sırası olsun gerek tuyûr sırası olsun. Ve bi’l-cümle her saf olan nesneye عَرَقٌ [ʹaraḵ] derler. Ve

عَرَقٌ [ʹaraḵ] Hurmâ yaprağından örülen nesneye dahi derler, zenbîl olmazdan evvel. Gâh olur zenbîle dahi derler. Ve bu makâmda Terceme-i Muḣtâr sâhibinin عَرَقٌ [ʹaraḵ] hurmâ yaprağından örülmüş gemi dediği sehv olduğu zâhir olur, gûyâ ki سَفِيفَةٌ [sefîfet]i fâ΄eynle سَفِينَةٌ [sefînet] tevehhüm etmiştir. Ve

عَرَقُ الْخِلَالِ [ʹareḵu’l-ḣilâl] derler şol nesneye ki mahabbete binâ΄en verilir. Ve

عَرَقُ الْقِرْبَةِ [ʹareḵu’l-ḵirbet] derler şiddet maʹnâsına. Aṡmaʹî eyitti: عَرَقُ الْقِرْبَةِ [ʹareḵu’l-ḵirbet] şiddetten ʹibâret olunduğuna vâkıf olmadım. Ve gayrılar eyitti: عَرَقٌ [ʹaraḵ] recülün sıfatıdır, kırbanın sıfatı değildir, vechi budur ki kırbayı ekser cevârî ve erâzil-i huddâm götürü gelmiş iken lâzım gelip ehl-i ʹırz olanlar onu getirdikte kırbanın sıkletinden ve rezâlet hicâbından terlemeğin تَجَشَّمْتُ لَكَ عَرَقَ الْقِرْبَةِ derler. Ve

عَرَقٌ [ʹaraḵ] At bir meydân iki meydân seğirtmeğe dahi derler; yukâlu: جَرَى الْفَرَسُ عَرَقًا أَوْ عَرَقَيْنِ أَيْ طِلْقًا أَوْ طِلْقَيْنِ

اَلْمَعْرَقُ [el-maʹraḵ] (mîm’in ve râ’nın fethiyle) Bi-maʹnâhu; yukâlu: عَرَقْتُ الْعَظْمَ أَعْرُقُهُ عَرْقًا وَمَعْرَقًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا أَكَلْتَ مِمَّا عَلَيْهِ مِنَ اللَّحْمِ Ve

عَرْقٌ [ʹarḵ] Kezâlik şol kemiğe derler ki onun eti cümle alınmış ola.

اَلْعِرْقُ [el-ʹirḵ] (ʹayn’ın kesri ve râ’nın sükûnuyla) Zikr olunan cemʹin vâhidi, ağaç kökü maʹnâsına. Ve fi’l-hadîsi: “مَنْ أَحْيَا أَرْضًا مَيِّتَةً فَهِيَ لَهُ وَلَيْسَ لِعِرْقٍ ظَالِمٍ حَقٌّ” Ve عِرْقٌ ظَالِمٌ odur ki bir kimse âharın ihyâ ettiği yere yâ ağaç diker veyâhûd ekin eker, yeri kendi almak için. Ve

عِرْقٌ [ʹirḵ] Damara ve esere dahi derler; yukâlu: فِي الشَّرَابِ عِرْقٌ مِنَ الْمَاءِ لَيْسَ بِالْكَثِيرِ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı