er-rubuḋ ~ اَلرُّبُضُ

Kamus-ı Muhit - الربض maddesi

اَلرُّبُضُ [er-rubuḋ] (zammeteynle) Şol هَمَجٌ [hemec] kimseye denir ki bir işe kalkmaz ola; yukâlu: رَجُلٌ رُبُضٌ عَنِ الْحَاجَاتِ إِذَا كَانَ لاَ يَنْهَضُ فِيهَا

اَلرِّبْضُ [er-ribḋ] (râ’nın kesriyle) Sığır sürüsüne denir, yatakta mecmûʹu durup eğlendikleri hâlde. Ve bu mâdde hemân Kitâbü’l-Müzdevec sâhibinden menkûldür.

اَلرُّبْضُ [er-rubḋ] (râ’nın zammıyla) Bir şey΄in ortasına denir; yukâlu: هَذَا رُبْضُ ذَاكَ أَيْ وَسَطُهُ Ve binânın temeline denir; yukâlu: مَتِينُ الرُّبْضِ أَيِ الْأَسَاسُ Ve mutlakan yere değen şey΄e denir. Ve kişinin zevcesine ıtlâk olunur; bu maʹnâda zammeteynle ve râ’nın fethi ve fethateynle câ΄izdir; zevcini îvâ ve irâha eylediği için ıtlâk olundu. ʹAlâ-kavlin رُبْضٌ [rubḋ] vâlideye yâhûd kızkardeşe denir, zîrâ bünüvvet ve uhuvvet sebebiyle cimâʹ eyleyemezler, رُبْضُ الْكَبْشِ maʹnâsından me΄hûzdur. Ve

رُبْضٌ [rubḋ] Pınara denir, عَيْنٌ [ʹayn] maʹnâsına ve طَلْحٌ [ṯalḩ] ve سَمُرٌ [semur] dedikleri dikenli bâdiye eşcârının cemâʹatine denir.

اَلرَّبَضُ [er-rabaḋ] (fethateynle) Bağırsaklara denir, ʹalâ-kavlin karında yürekten mâ-ʹadâ cümle ahşâ΄ ve eczâya denir; yukâlu: رَمَى الْجَزَّارُ رَبَضَ الْمَذْبُوحِ أَيِ الْأَمْعَاءَ أَوْ مَا فِي الْبَطْنِ سِوَى الْقَلْبِ Ve şehrin sûr ve bârûsuna ve şaranpoya denir; Esâs’ın beyânına göre varoşa ıtlâk olunur. Ve koyun ve keçi mandırasına ve ağılına denir; yukâlu: سَاقَ الْغَنَمَ إِلَى رَبَضِهَا أَيْ مَأْوَاهَا Ve pâlân ve semer ipine, ʹalâ-kavlin yerden tarafa aşağısında olan iplere mahsûstur, yukarısında olana ıtlâk olunmaz. Ve bir adama kût ve gıdâ-yı kâfî olan süte denir ve minhu’l-meselu: ḣمِنْكَ رَبَضُكَ وَإِنْ كَانَ سَمَارًاḢ أَيْ مِنْكَ أَهْلُكَ وَخَدَمُكَ وَإِنْ كَانُوا مُقَصِّرِينَ Yaʹnî “Akârib ve etbâʹ ve müteʹallakâtın sendendir, her ne kadar denâ΄et edip riʹâyet ve hizmette mukassir olurlar ise de.” Mesel-i mezbûr bir adamın ehl ve etbâʹı her ne kadar hilâf-ı meşreb hareket ederler ise de nâçâr tahammül ile müsâmaha kıl diyecek mevkiʹde îrâd olunur. Bu mesel ḣأَنْفُكَ مِنْكَ وَلَوْ كَانَ أَجْدَعَḢ meseline akrebdir. Ve

رَبَضٌ [rabaḋ] Bir nesnenin nâhiye ve cânibine denir. Ve şol kolana denir ki kuşak gibi devenin iki yanlarından çekip kaba uyluklarından aşırırlar. Ve

رَبَضٌ [rabaḋ] Herkesin me΄vâ ve merciʹ ve müsterâh ittihâz eyledikleri mahalle denir; hâne ve ehl ve akribâ΄ ve mâl gibi me΄vâ-yı ganemden me΄hûzdur; yukâlu: لِفُلاَنٍ رَبَضٌ وَهُوَ كُلُّ مَا يَأْوَى إِلَيْهِ وَيُسْتَرَاحُ لَدَيْهِ مِنْ أَهْلٍ وَقَرِيبٍ وَمَالٍ وَبَيْتٍ وَنَحْوِهِ [Ve] رَبَضٌ [rabaḋ] lafzının cemʹi أَرْبَاضٌ [erbâḋ] gelir.

اَلرَّبْضُ [er-rabḋ] (قَبْضٌ [ḵabḋ] vezninde) ve

اَلرَّبْضَةُ [er-rabḋat] (hâ’yla) ve

اَلرُّبُوضُ [er-rubûḋ] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) Koyun ve keçi ve âhû makûlesi diz çöküp oturmak maʹnâsınadır; yukâlu: رَبَضَتِ الشَّاةُ رَبْضًا وَرَبْضَةً وَرُبُوضًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي مِثْلُ بَرَكَتِ الْإِبِلُ Ve minhu kavluhu ʹaleyhi’s-selâm li’ḋ-Ḋaḩḩâk ve kad beʹasehu ilâ kavmihi Benî ʹÂmir: ḣإِذَا أَتَيْتَهُمْ فَارْبِضْ فِي دَارِهِمْ ظَبْيًاḢ أَيْ أَقِمْ آمِنًا كَالظَّبْيِ فِي كِنَاسِهِ أَوْ لاَ تَأْمَنْهُمْ بَلْ كُنْ يَقِظًا مُتَوَحِّشًا فَإِنَّكَ بَيْنَ أَظْهُرِ الْكَفَرَةِ Yaʹnî hadîs-i mezbûru iki vech-i mukâbil ile tefsîr eylediler. Vech-i evvel: “Yâ Ḋaḩḩâk, sen kavmine vardıkta âhû kendi yatağında ne gûne emîn ve fârigu’l-bâl ve müsterîh olursa sen dahi derûnuna aslâ endîşe ve hadşe getirmeyip öylece müsterîhü’l-bâl olasın.” Vech-i sânî: “Yâ Ḋaḩḩâk, sen kavmine vardıkta âhû kısmı ne gûne mütevahhiş ve mütebassır ve etrâfa çeşm ve gûş olurlar ise sen dahi öylece mütebassır ve müteyakkız olup gâfil olmayasın, zîrâ etrâfın bi’l-cümle küffâr olmakla sen kefere içre kalırsın.” Ve

رَبْضٌ [rabḋ] ve

رُبُوضٌ [rubûḋ] Sükûn ve istirâhat için bir kimseye yâ bir yere îvâ ve ilticâ eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: رَبَضَهُ رَبْضًا وَرُبُوضًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ وَالثَّانِي إِذَا آوَى إِلَيْهِ Ve koç kısmı koyunlara aşmaktan usanıp min-baʹd terk ve ʹudûl eylemek, ʹalâ-kavlin aşmaktan bî-tâb olup ʹâciz olmak maʹnâsınadır; yukâlu: رَبَضَ الْكَبْشُ عَنِ الْغَنَمِ رَبْضًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا تَرَكَ سِفَادَهَا وَعَدَلَ أَوْ عَجَزَ عَنْهُ Ve arslan şikârı üzere ve hasm hasmı üzere avrılıp çökmek maʹnâsınadır; yukâlu: رَبَضَ الْأَسَدُ عَلَى فَرِيسَتِهِ وَالْقِرْنُ عَلَى قِرْنِهِ إِذَا بَرَكَ Ve gece karanusu birden basmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: رَبَضَ اللَّيْلُ إِذَا أَلْقَى بِنَفْسِهِ

Vankulu Lugatı - الربض maddesi

اَلرُّبْضُ [er-rubḋ] (râ’nın zammı ve bâ’nın sükûnuyla) Bir nesnenin ortası.

اَلرَّبَضُ [er-rebaḋ] (fethateynle) Pâlân ipi. Ve bağırsak ki aʹzâ-yı derûnîdendir.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı