el-kebr ~ اَلْكَبْرُ

Kamus-ı Muhit - الكبر maddesi

اَلْكَبْرُ [el-kebr] (جَبْرٌ [cebr] vezninde) Bir adam âherden yaş cihetiyle zâ΄id olmak maʹnâsınadır; yukâlu: كَبَرَ فُلاَنًا بِسَنَةٍ كَبْرًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا زَادَ عَلَيْهِ

اَلْكُبَرُ [el-kuber] (صُرَدٌ [ṡurad] vezninde) كُبْرَى [kubrâ] lafzının cemʹidir ki أَكْبَرُ [ekber]in mü΄ennesidir. Kâle’ş-şârih ve minhu kavluhu taʹâlâ: ﴿إِنَّهَا لَإِحْدَى الْكُبَرِ﴾

اَلْكَبَرُ [el-keber] (fethateynle) Kebere taʹbîr olunan nebâta denir, أَصَفٌ [eṡaf] gibi; kebere yemişi maʹrûftur. ʹÂmme كُبَّارٌ [kubbâr] derler, رُمَّانٌ [rummân] vezninde. Ve

كَبَرٌ [keber] Tabl ve köse denir. Cemʹi كِبَارٌ [kibâr] gelir, جَمَلٌ [cemel] ve جِمَالٌ [cimâl] gibi ve أَكْبَارٌ [ekbâr] gelir, سَبَبٌ [sebeb] ve أَسْبَابٌ [esbâb] gibi. Ve

كَبَرٌ [Keber] Bir cebel-i ʹazîm adıdır. Ve Ḣûzistân eyâletinde bir nâhiye adıdır.

اَلْكِبْرُ [el-kibr] (kâf’ın kesriyle) Bir şey΄in muʹzamına denir; yukâlu: فِي يَدِهِ كِبْرُ أَمْرِهِمْ أَيْ مُعْظَمُهُ Ve şeref ve şân maʹnâsına müstaʹmeldir. Bu iki maʹnâda kâf’ın zammıyla da câ΄izdir. Ve büyük günâha ıtlâk olunur, ism-i kebîr maʹnâsına, كِبْرَةٌ [kibret] dahi denir hâ’yla. Ve şeref ve şân cihetiyle olan rifʹat ve ʹizzete ıtlâk olunur. Ve ululuk, ʹazamet ve tecebbür maʹnâsınadır.

اَلْكِبَرُ [el-kiber] (عِنَبٌ [ʹineb] vezninde) ve

اَلْكُبْرُ [el-kubr] (kâf’ın zammıyla) ve

اَلْكَبَارَةُ [el-kebâret] (جَسَارَةٌ [cesâret] vezninde) Büyük olmak ve büyümek maʹnâsınadır ki küçüklüğün mukâbilidir; yukâlu: كَبُرَ الشَّيْءُ كِبَرًا وَكُبْرًا وَكَبَارَةً مِنَ الْبَابِ الْخَامِسِ نَقِيضُ صَغُرَ Ve ulu ve büzürg olmak maʹnâsınadır; yukâlu: كَبُرَ الشَّيْءُ إِذَا عَظُمَ وَجَسُمَ Ve

كِبَرٌ [kiber] (عِنَبٌ [ʹineb] vezninde) ve

مَكْبِرٌ [mekbir] (مَنْزِلٌ [menzil] vezninde) Yaşlılanmak maʹnâsınadır; yukâlu: كَبِرَ الشَّيْءُ كِبَرًا وَمَكْبِرًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا طَعَنَ فِي السِّنِّ

اَلْكِبْرَةُ [el-kibret] (kâf’ın kesriyle) ve

اَلْإِكْبِرَّةُ [el-ikbirret] (hemzenin ve bâ’nın kesri ve râ’nın teşdîdiyle ve baʹzen hemze meftûh olur) ve

اَلْكُبُرُّ [el-kuburr] ve

اَلْكُبُرَّةُ [el-kuburret] (kâf’ların ve bâ’ların zammı ve râ’nın teşdîdiyle) أَكْبَرُ [ekber] maʹnâsınadırlar, gerek sinn ve gerek kadr cihetiyle olsun. ʹAlâ-kavlin kavm ve akâribine nisbet-i neseb cihetiyle أَقْعَدُ [aḵʹad] yaʹnî cedd-i ekberine âbâ-i kalîle vesâtetiyle müntesib olana denir ki mefâhirdendir; yukâlu: هُوَ كُبْرُهُمْ وَكُبْرَتُهُمْ وَإِكْبِرَّتُهُمْ وَكُبُرُّهُمْ وَكُبُرَّتُهُمْ أَيْ أَكْبَرُهُمْ أَوْ أَقْعَدُهُمْ بِالنَّسَبِ

Vankulu Lugatı - الكبر maddesi

اَلْكُبَرُ [el-kuber] (kâf’ın zammı ve bâ’nın fethiyle) كُبْرَى [kubrâ]nın cemʹidir.

اَلْكَبَرُ [el-keber] (fethateynle) Kebere dedikleri nesnedir ki nebâtât kısmındandır, Fârisîden taʹrîb olunmuştur.

اَلْكِبْرُ [el-kibr] (kâf’ın kesri ve bâ’nın sükûnuyla) ʹAzamet maʹnâsınadır. Ve

كِبْرٌ [kibr] Bir nesnenin ulusuna dahi derler. Kâlallâhu taʹâlâ: ﴿وَالَّذِي تَوَلّٰى كِبْرَهُ﴾ (النور 11)

اَلْكُبْرُ [el-kubr] (kâf’ın zammı ve bâ’nın sükûnuyla) Nesebde akvâ olan kimse. Ve fi’l-hadîsi: “اَلْوَلَاءُ لِلْكُبْرِ” Ve bunun maʹnâsı budur ki bir kimse vefât edip oğlın ve oğlu oğlın terk etse velâ oğlu içindir ve oğlu oğlu için değildir. Ve mutlakan ziyâdelik maʹnâsına gelir; yukâlu: “كُبْرُ سِيَاسَةِ النَّاسِ فِي الْمَالِ” Ve سِيَاسَةٌ [siyâset] hükûmet maʹnâsınadır.

اَلْكِبَرُ [el-ḵiber] (kâf’ın kesri ve bâ’nın fethiyle) Yaşlı olmak, müsinn maʹnâsına; yukâlu: كَبِرَ الرَّجُل يَكْبَرُ كِبَرًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا أَسَنَّ Ve

كِبَرٌ [kiber] Kezâlik ululuktur, ʹazîm olmak maʹnâsına; yukâlu: كَبُرَ يَكْبُرُ مِنَ الْبَابِ الْخَامِسِ إِذَا عَظُمَ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı