el-ezell ~ اَلْأَزَلُّ

Kamus-ı Muhit - الأزل maddesi

اَلْأَزَلُّ [el-ezell] (أَجَلُّ [ecell] vezninde) Cüst ve çâlâk maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: رَجُلٌ أَزَلُّ أَيْ سَرِيعٌ Ve kıçları ve kıynakları etsiz ve çelimsiz olan yâhûd pek etsiz ve çelimsiz olan adama denir ki aslâ uçkur tutmaz olur; yukâlu: رَجُلٌ أَزَلُّ أَيْ أَرْسَحُ أَيْ خَفِيفُ الْوَرِكَيْنِ أَوْ أَشَدُّ مِنْهُ Burada وَالْخَفِيفُ الْوَرِكَيْنِ kavli اَلْأَرْسَحُ kavline ʹatf-ı tefsîrdir, اَلْأَشَجُّ nüshaları galat-ı mahzdır.

اَلْأَزَلُ [el-ezel] (fethateynle) Kıdem maʹnâsınadır ki şey΄in evvel ve ibtidâsı olmamaktan yaʹnî vücûdun cânib-i mâzîde muʹteber ezmine-i mukaddere-i gayr-i mütenâhiyede istimrârından ʹibârettir, niteki أَبَدٌ [ebed] cânib-i müstakbelde istimrârından ʹibârettir; yekûlûne: هُوَ أَزَلِيٌّ أَيْ مَنْسُوبٌ إِلَى الْأَزَلِ Ve bunun aslı يَزَلِيٌّ idi ki لَمْ يَزَلْ kelimesine mensûbdur, yaʹnî kadîm olan şey΄e لَمْ يَزَلْ ıtlâk olunmakla ondan ihtisâr olunan يَزَلْ [yezel]e mensûbdur, baʹdehu tahfîfen yâ’yı elife kalb edip أَزَلِيٌّ [ezeliyy] dediler, niteki Zî Yezen nâm melike mensûb olan mızrağı nisbette رُمْحٌ أَزَنِيٌّ dediler. Ve لَمْ يَزَلْ [lem yezel] زَوَالٌ [zevâl] mâddesindendir ki devâm maʹnâsına müstaʹmeldir. Şârih der ki baʹzılar zîk maʹnâsına olan أَزَلٌ [ezel]den me΄hûzdur dediler, kadîmin bidâyeti tarafını takdîr ve idrâkten ʹukûl ve müdrike müzâyakada kalıp bir vechle nâfiz olmadığına binâ΄en onda istiʹmâl olundu. Ve Zemaḣşerî dedi ki bu mâdde masnûʹdur, kelâm-ı ʹArabdan değildir, gûyâ ki لَمْ أَزَلْ lafzına nazar edip ihtisâr ile أَزَلٌ [ezel]i ahz ve istiʹmâl eylediler. Mütercim der ki zâhiren أَبَدِيٌّ [ebediyy] taʹbîrine müşâkil ve mukâbil eylediler.

اَلْأَزْلُ [el-ezl] (hemzenin fethi ve zâ-yı muʹcemenin sükûnuyla) Darlık ve şiddet ve sahtî maʹnâsınadır ki ismdir. Ve masdar olur, ke-mâ se-yuzkeru; yukâlu: هُوَ فِي أَزْلٍ مِنَ الْعَيْشِ أَيْ ضِيقٍ وَشِدَّةٍ ve yukâlu: أَزْلٌ أَزِلٌ كَكَتِفٍ مُبَالَغَةً أَيْ شِدَّةٌ شَدِيدَةٌ Ve habs ve tevkîf eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: أَزَلَهُ أَزْلًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا حَبَسَهُ Ve atın örkünü ve kösteğini kısaltıp salıvermek maʹnâsınadır; yukâlu: أَزَلَ الْفَرَسَ إِذَا قَصَّرَ حَبْلَهُ ثُمَّ سَيَّبَهُ Ve devâbb ve mevâşîyi havftan yâhûd kuraklıktan nâşî yabana çıkarmayıp obada alıkomak maʹnâsınadır; yukâlu: أَزَلُوا أَمْوَالَهُمْ إِذَا لَمْ يُخْرِجُوهَا إِلَى الْمَرْعَى خَوْفًا أَوْ جَدْبًا Ve bu maʹnâ zikr olunan ʹumûmda dâhil iken mü΄ellif tahsîs eylemiştir, gûyâ ki bunda ziyâde-i zîk u şiddet mutasavverdir. Ve darlığa ve kıtlığa uğramak maʹnâsınadır; yukâlu: أَزَلَ الرَّجُلُ إِذَا صَارَ فِي ضِيقٍ وَشِدَّةٍ

Vankulu Lugatı - الأزل maddesi

اَلْأَزَلُّ [el-ezell] (fethateynle) Sağrısının eti az olan kimse, Ebû ʹAmr rivâyeti üzere.

اَلْأَزَلُ [el-ezel] (fethateynle) Kıdem maʹnâsınadır; yekûlûne: هُوَ أَزَلِيٌّ Ve baʹzı ehl-i ʹilm eyitti: Bu kelimenin aslı kadîm olan nesneye لَمْ يَزَلْ dediklerindendir, ondan sonra hâzihi’l-kelimede nisbet olundukta ihtisârdan gayrıya mecâl olmamağın يَزَلِيٌّ [yezeliyy] ondan sonra yâ’yı hiffetten ötürü elife kalb edip أَزَلِيٌّ [ezeliyy] dediler, nitekim ذِي يَزَنٍ nâm melike ki Ḩimyer mülûkundandır, nisbet edip رُمْحٌ أَزَنِيٌّ derler. Ve يَثْرِبُ [Yešamp;rib] ki Medîne-i münevvere’dir, nisbet edip أَثْرَبِيٌّ [Ešamp;rebiyy] derler.

اَلْأَزْلُ [el-ezl] (elifin fethi ve zâ’nın sükûnuyla) Dar olmak, zîk maʹnâsına; yukâlu: أَزَلَ الرَّجُلُ يَأْزِلُ أَزْلًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي أَيْ صَارَ فِي ضِيقٍ وَجَدْبٍ Yaʹnî “Darlığa ve kıtlığa vâkiʹ oldu.” Ve

أَزْلٌ [ezl] Habs etmeğe dahi derler; yukâlu: أَزَالُوا مَالَهُمْ يَأْزِلُونَهَا إِذَا حَبَسُوهَا عَنِ الْمَرْعَى مِنْ خَوْفٍ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı