اَلرَّحْلِ [er-raḩl] (نَحْلٌ [naḩl] vezninde) Devenin sırtına pâlân vurmak maʹnâsınadır; yukâlu: رَحَلَ الْبَعِيرَ رَحْلًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا حَطَّ عَلَيْهِ الرَّحْلِ Ve
رَحْلٌ [raḩl] ve
رَحِيلٌ [reḩîl] Bir menzilden menzil-i âhere göçmek maʹnâsınadır; yukâlu: رَحَلَ عَنِ الْمَكَانِ رَحْلًا وَرَحِيلًا إِذَا انْتَقَلَ Ve bir kimse üzere kılıçla havâle olmak maʹnâsına müstaʹmeldir, gûyâ ki kılıcı onun üzerine pâlân gibi ilkâ eder; yukâlu: رَحَلَ فُلَانًا بِسَيْفِهِ إِذَا عَلَاهُ
اَلرَّحْلُ [er-raḩl] (râ’nın fethi ve ḩâ-yı mühmelenin sükûnuyla) ve
اَلرَّاحُولُ [er-râḩûl] Hâssaten deve kısmının semerine ve pâlânına denir; cemʹi أَرْحُلٌ [erḩul]dür, فَلْسٌ [fels] ve أَفْلُسٌ [eflus] gibi ve رِحَالٌ [riḩâl]dir râ’nın kesriyle; yukâlu: شَدَّ الرَّحْلَ وَالرَّاحُولَ عَلَى الْبَعِيرِ أَيْ مَرْكَبَهُ عَلَيْهِ Ve
رَحْلٌ [raḩl] İnsânın mesken ve me΄vâsına ıtlâk olunur; yukâlu: هَذَا رَحْلُ فُلَانٍ أَيْ مَسْكَنُهُ Ve bir adamın müstashabı olan esbâb ve esâsa ıtlâk olunur ki uruba ve sipâhîlik taʹbîr olunur; yukâlu: أَلْقَى رَحْلَهُ عَلَى رَحْلِ الْبَعِيرِ وَهُوَ مَا يَسْتَصْحِبُهُ مِنَ الْأَثَاثِ
اَلرَّحْلُ [er-raḩl] (râ’nın fethi ve ḩâ’nın sükûnuyla) Bir kimsenin meskeni ve esâs-ı beyti her ne ki var ise. Ve
رَحْلٌ [raḩl] Şol deve pâlânına dahi derler ki قَتَبٌ [ḵateb]den asgar ola. Ve bu makâmda Cevherî’nin kelâmı nevʹ-i tedâfuʹden hâlî değildir, zîrâ قَتَبٌ [ḵateb]in tefsîrinde رَحْلٌ صَغِيرٌ عَلَى قَدْرِ السَّنَامِ demiştir, te΄emmül oluna.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı