es-selaḵ ~ اَلسَّلَقُ

Kamus-ı Muhit - السلق maddesi

اَلسَّلَقُ [es-selaḵ] (fethateynle) Bu dahi devenin sırtında yağır sağalıp beyâz nişân eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: سَلِقَتِ الدَّبَرَةُ الْبَعِيرَ سَلَقًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا بَرَأَتْ وَابْيَضَّ مَوْضِعُهَا Ve

سَلَقٌ [Selaḵ] Mavṡil’de bir yüksek dağın adıdır. Ve Yemâme’de bir nâhiye adıdır. Ve toprağı ve çamuru pâk düpdüz ovaya denir; cemʹi أَسْلاَقٌ [eslâḵ] ve سُلْقَانٌ [sulḵân] gelir sîn’in zammı ve kesriyle.

اَلسَّلْقُ [es-selḵ] (حَلْقٌ [ḩalḵ] vezninde) Bir adamı söz ile incitip âzürde kılmak maʹnâsınadır; yukâlu: سَلَقَهُ بِالْكَلاَمِ سَلْقًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا آذَاهُ Ve eti kemikten soymak maʹnâsınadır; yukâlu: سَلَقَ اللَّحْمَ عَنِ الْعَظْمِ إِذَا الْتَحَاهُ Ve dürtmek ve sançmak maʹnâsınadır; yukâlu: سَلَقَ فُلاَنًا بِالرُّمْحِ إِذَا طَعَنَهُ Ve nebâtı soğuk çalıp göyündürmek maʹnâsınadır; yukâlu: سَلَقَ الْبَرْدُ النَّبَاتَ إِذَا أَحْرَقَهُ Ve bir kimseyi arkası üzere yere yıkmak maʹnâsınadır; yukâlu: سَلَقَ فُلاَنًا إِذَا صَرَعَهُ عَلَى قَفَاهُ Ve su tulumunu yâhûd azık dağarcığını yağlamak maʹnâsınadır; yukâlu: سَلَقَ الْمَزَادَةَ إِذَا دَهَنَهَا Ve bir nesneyi âteşle kaynatmak maʹnâsınadır; yukâlu: سَلَقَ الشَّيْءَ إِذَا غَلاَهُ بِالنَّارِ Ve çuval makûlesinin kulpuna ağaç geçirmek maʹnâsınadır; yukâlu: سَلَقَ الْعُودَ فِي الْعُرْوَةِ إِذَا أَدْخَلَهُ Ve deveyi serâpâ katrânlamak maʹnâsınadır; yukâlu: سَلَقَ الْبَعِيرَ إِذَا هَنَأَهُ أَجْمَعَ Ve yelmek maʹnâsınadır; yukâlu: سَلَقَ فُلاَنٌ إِذَا عَدَا Ve haykırmak maʹnâsınadır; yukâlu: سَلَقَ الرَّجُلُ إِذَا صَاحَ Ve hatunu arkası üzere yatırıp cimâʹ eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: سَلَقَ الْمَرْأَةَ إِذَا بَسَطَهَا فَجَامَعَهَا Ve bir kimseye kamçı makûlesiyle vurup derisini sıyırıp koparmak maʹnâsınadır; yukâlu: سَلَقَ فُلاَنًا بِالسَّوْطِ إِذَا نَزَعَ جِلْدَهُ Ve posteki makûlesini ıssı suda haşlayıp tüyden eser kalmak vech üzere tüylerini gidermek maʹnâsınadır ki ʹan-kasd imʹân etmemekten yâhûd müsâmahadan nâşî olur; yukâlu: سَلَقَ شَيْئًا بِالْمَاءِ الْحَارِّ إِذَا أَذْهَبَ شَعْرَهُ وَوَبَرَهُ وَبَقِيَ أَثَرُهُ Ve

سَلْقٌ [selḵ] Devenin sırtında olan yağır onulup yeri beyâz kalmak maʹnâsınadır; yukâlu: سَلَقَتِ الدَّبَرَةُ الْبَعِيرَ إِذَا بَرَأَتْ وَابْيَضَّ مَوْضِعُهَا مِنْ أَثَرِهَا Mü΄ellif bunu müsâmaha vechiyle tefsîr eylemiştir. Ve devenin yanlarını kolan sıkıp yer eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: سَلَقَ النِّسْعُ فِي جَنْبِ الْبَعِيرِ إِذَا أَثَّرَ Ve yola gidenlerin ayakları ve tırnakları yolda te΄sîr eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: سَلَقَتِ الْأَقْدَامُ وَالْحَوَافِرُ الطَّرِيقَ إِذَا أَثَّرَ فِيهَا

اَلسِّلْقُ [es-silḵ] (sîn’in kesriyle) Su yoluna denir ki murâd sel suyu akıp gidecek yoldur. Cemʹi سُلْقَانٌ [sulḵân] gelir, عُثْمَانُ [ʹušamp;mân] vezninde. Ve

سِلْقٌ [silḵ] Pazı taʹbîr olunan nebâta denir, câlî ve muhallil ve müleyyin ve müfettih ve müferrih ve nikris ʹilletine ve vecaʹ-ı mefâsıla nâfiʹ ve ʹasîri hamr üzere sabb olunsa iki sâʹat mürûrunda sirkeye mukallib ve sirke üzere sabb olunsa dört sâʹattan sonra hamra muhavvildir. Ve kökünün ʹasîrini suʹûṯ diş ve kulak ağrılarının ve şakîkanın tiryâkıdır. Ve سِلْقُ الْبَرِّ [silḵu’l-berr] ve سِلْقُ الْمَاءِ [silḵu’l-mâ΄] iki gûne nebâtlardır. Müfredâtta سِلْقٌ [silḵ]-i berrî ve سِلْقٌ [silḵ]-i cebelî hummâzdan bir kısm ve سِلْقُ الْمَاءِ [silḵu’l-mâ΄] su pazısı dedikleri nebât olmak üzere mersûmdur. Ve

سِلْقٌ [silḵ] Sibâʹdan kurda denir, ذِئْبٌ [ži΄b] gibi. Cemʹi سُلْقَانٌ [sulḵân] gelir, عُثْمَانُ [ʹušamp;mân] vezninde ve sîn’in kesriyle ca΄izdir; mü΄ennesi سِلْقَةٌ [silḵat]tır. ʹAlâ-kavlin سِلْقَةٌ [silḵat] hâssatan dişi kurda denir, erkeğine سِلْقٌ ıtlâk olunmaz. Ve teşbîh tarîkiyle bî-şerm ü hayâ fâhişe, dili zefîr ʹavrete ıtlâk olunur; yukâlu: هِيَ سِلْقَةٌ أَيْ سَلِيطَةٌ فَاحِشَةٌ Bunun cemʹi سُلْقَانٌ [sulḵân] gelir sîn’in zammı ve kesriyle. Ve dişi kurt ismi olanın cemʹi سِلْقٌ [silḵ] gelir hâ’sız ve سِلَقٌ [silaḵ] gelir, عِنَبٌ [ʹineb] vezninde.

Vankulu Lugatı - السلق maddesi

اَلسَّلَقُ [es-selaḵ] (fethateynle) Düz yer, قَاعٌ صَفْصَفٌ maʹnâsına.

اَلسَّلْقُ [es-selḵ] (sîn’in fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Bir kimseyi arkası üzere bırakmak; yukâlu: طَعَنْتُهُ فَسَلَقْتُهُ إِذَا أَلْقَيْتَهُ عَلَى ظَهْرِهِ Ve

سَلْقٌ [selḵ] Çağırmak maʹnâsına da gelir, صَلْقٌ [ṡalḵ]ta lügattır ṡâd-ı mühmele ile ve ḵâf’la. Ve

سَلْقٌ [selḵ] Dil ile bir kimseye ezâ etmeğe dahi derler şiddet-i kavl bi’l-lisân maʹnâsına; kâlallâhu taʹâlâ: ﴿سَلَقُوكُمْ بِأَلْسِنَةٍ حِدَادٍ﴾ (الأحزاب، 19) Ve Ebû ʹUbeyd eyitti: بَالَغُوا فِيكُمْ بِالْكَلَامِ maʹnâsınadır. Ve

سَلْقٌ [selḵ] Dağarcığı yağlamağa dahi derler; yukâlu: سَلَقْتُ الْمَزَادَةَ إِذَا دَهَنْتَهَا Ve مَزَادَةٌ [mezâdet] mîm’in fethi ile azık koyacak enbâna derler. Ve

سَلْقٌ [selḵ] Bir nesneyi çömleğe koyup fi’l-cümle kaynatmağa dahi derler; tekûlu: سَلَقْتُ الْبَقْلَ أَوِ الْبَيْضَ إِذَا أَغْلَيْتَهُ بِالنَّارِ إِغْلَاءَةً خَفِيفَةً Ve

سَلْقٌ [selḵ] Davarın arkasında yağır yerinden kalan beyâzına dahi derler. Ve

سَلْقٌ [selḵ] Çuvalın bir kulpun öbür kulpuna geçirmeğe dahi derler.

اَلسِّلْقُ [es-silḵ] (sîn’in kesri ve lâm’ın sükûnuyla) Kurt ki sibâʹ kısmındandır.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı