es-selem ~ اَلسَّلَمُ

Kamus-ı Muhit - السلم maddesi

اَلسَّلَمُ [es-selem] (fethateynle) سَلَفٌ [selef] maʹnâsınadır ki büyûʹ envâʹından bir nevʹin ismidir; yukâlu: عَقَدَ عَقْدَ السَّلَمِ أَيِ السَّلَفِ

اَلسُّلَّمُ [es-sullem] (سُكَّرٌ [sukker] vezninde) Merdivene denir; mü΄ennestir ve baʹzen müzekker olur, دَرَجَةٌ [derecet] ve مِرْقَاةٌ [mirḵât] gibi; cemʹi سَلَالِيمُ [selâlîm] ve سَلَالِمُ [selâlim] gelir; yukâlu: صَعِدَ عَلَى السُّلَّمِ أَيِ الْمِرْقَاةِ Şârih der ki cây-ı selâmet olan mahall-i fevkânîye teslîm eylediği için ıtlâk olundu. Ve

سُلَّمٌ [sullem] Üzengiye ıtlâk olunur; yukâlu: جَعَلَ بِالْفَرَسِ سُلَّمًا أَيْ غَرْزًا Ve Zebbân b. Seyyâr’ın feresi ismidir. Ve عَانَةُ [ʹÂnet] dedikleri kevâkibin sağ tarafının aşağı semtinde niçe kevkeblere ıtlâk olunur ki merdiven şeklindedir. Ve

سُلَّمٌ [sullem] Sebeb maʹnâsına müstaʹmeldir ki bir nesneye mûsil olan vesîledir; yukâlu: إِتَّخَذَهُ سُلَّمًا أَيْ سَبَبًا

اَلسَّلْمُ [es-selm] (sîn’in fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Bir kulplu kovaya denir, sakkâ kovası gibi; cemʹi أَسْلُمٌ [eslum], gelir أَفْلُسٌ [eflus] vezninde ve سِلَامٌ [silâm] gelir, جِبَالٌ [cibâl] vezninde. Ve masdar olur, yılan sokmak maʹnâsına; yukâlu: سَلَمَتْهُ الْحَيَّةُ سَلْمًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا لَدَغَتْهُ Şârihin beyânına göre selâmetine tefe΄΄üldür. Ve سَلَمٌ [selem] dedikleri ağaçla deriyi dibâgat eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: سَلَمَ الْجِلْدَ سَلْمًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا دَبَغَهُ بِالسَّلَمِ Ve kova eskiyip yeprimekle ʹamelinden fârig olup termîm ve ihkâm eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: سَلَمَ الدَّلْوَ إِذَا فَرَغَ مِنْ عَمَلِهَا وَأَحْكَمَهَا

اَلسِّلْمُ [es-silm] (sîn’in kesriyle ve fethiyle) Barışmaya denir, صُلْحٌ [ṡulḩ] maʹnâsınadır, müzekker ve mü΄ennes olur; yukâlu: خُذُوا بِالسِّلْمِ أَيْ بِالصُّلْحِ Şârihin beyânı üzere te΄nîsi nakîzi olan حَرْبٌ [ḩarb] lafzına haml iledir. Ve

سِلْمٌ [silm] Musâlaha eden kimseye de ıtlâk olunur, niteki حَرْبٌ [ḩarb] muhârebe eden kimseye de ıtlâk olunur; tekûlu: أَنَا سِلْمٌ لِمَنْ سَالَمَنِي وَحَرْبٌ لِمَنْ حَارَبَنِي أَيْ مُصَالِحٌ وَمُحَارِبٌ Ve

سِلْمٌ [silm] سَلَامٌ [selâm] maʹnâsınadır ki inkıyâd ve itâʹat eylemektir. Ve إِسْلَامٌ [islâm] maʹnâsınadır ki müslim olmaktır. Kâle’ş-şârih ve bihi kuri΄e kavluhu taʹâlâ: ﴿أُدْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَافَّةً﴾ وَفُسِّرَ بِالْإِسْلَامِ

Vankulu Lugatı - السلم maddesi

اَلسَّلَمُ [es-selem] (fethateynle) Selef maʹnâsınadır, yaʹnî bir nesnenin bahâsın mukaddem vermektir. Ve

سَلَمٌ [selem] İstislâm maʹnâsına da gelir. Ve إِسْتِسْلَامٌ [istislâm] bir nesneye boyun sunup itâʹat etmektir, ʹalâ-mâ-se-yecî΄u inşâallâhu taʹâlâ. Ve

سَلَمٌ [selem] Berriyyede bir dikenli ağacın dahi ismidir.

اَلسُّلَّمُ [es-sullem] (sîn’in zammı ve lâm’ın fethi ve teşdîdiyle) Merdiven ki onunla bir yere çıkarlar. Ve gâh olur kayıştan olan üzengiye dahi سُلَّمٌ [sullem] derler, غَرْزٌ [ġarz] dedikleri gibi.

اَلسَّلْمُ [es-selm] (sîn’in fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Şol kovadır ki onun kulpu birdir, sakkâlar kovası ibi. Ve

سَلْمٌ [Selm] Bir recülün dahi ismidir. Ve

سَلْمٌ [selm] Deriyi سَلَمٌ [selem] ile dibâgat etmeğe dahi derler; tekûlu: سَلَمْتُ الْجِلْدَ أَسْلِمُهُ مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا دَبَغْتَهُ بِالسَّلَمِ

اَلسِّلْمُ [es-silm] (sîn’in kesri ve lâm’ın sükûnuyla) İtâʹat ve inkıyâd. Ve Ebû ʹAmr ﴿اُدْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَافَّةً﴾ (البقرة، 208) kırâ΄at etti ki سَلَامٌ [selâm] maʹnâsına râciʹdir. Ve

سِلْمٌ [silm] Sulha dahi derler. Ve سِلْمٌ [silm]de sîn’in fethi ve kesri câ΄izdir, tezkîr ve te΄nîs câ΄iz olduğu gibi. Ve

سِلْمٌ [silm] Sulh eden kimseye de derler; tekûlu: أَنَا سِلْمٌ لِمَنْ سَالَمَنِي

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı