اَلْكَلَالُ [el-kelâl] ve
اَلْكَلَالَةُ [el-kelâlet] (kâf’ların fethiyle) Yorgunluğa denir, كَلٌّ [kell] gibi; yukâlu: أَخَذَهُ الْكَلُّ وَالْكَلَالُ وَالْكَلَالَةُ أَيِ الْإِعْيَاءُ
اَلْكَلَالُ [el-kelâl] (kâf’ın fethi ve lâm’ın tahfîfiyle) Kezâlik yorulmak maʹnâsınadır; tekûlu: كَلَلْتُ مِنَ الْمَشْيِ أَكِلُّ كَلَالَةً كَلَالًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا أَعْيَيْتَ Ve baʹîrde dahi hâl böyledir. Ve kılıçta ve yelde ve nazarda dahi istiʹmâl olunur; yukâlu: كَلَّ السَّيْفُ وَالرِّيحُ وَالطَّرْفُ Yaʹnî kılıç hiddetten berî oldu, kezâlik rüzgâr ve nazar dahi berî oldular.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı