اَلسَّبْطُ [es-sebṯ] (sîn’in fethi ve bâ’nın sükûnuyla ve fethateynle) ve
اَلسَّبِطُ [es-sebiṯ] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) Kıvırcık olmayan saça denir; yukâlu: شَعْرٌ سَبْطٌ وَسَبَطٌ وسَبِطٌ أَيْ غَيْرُ جَعْدٍ Ve
سَبِطٌ [sebiṯ] Masdar olur, ke-mâ se-yuzkeru.
سَبْطُ الْيَدَيْنِ [sebṯu’l-yedeyn] Kerîm ve civân-merdden kinâye olunur ki eli açık taʹbîr olunur; yukâlu: رَجُلٌ سَبْطُ الْيَدَيْنِ أَيْ سَخِيٌّ Ve
سَبْطُ الْجِسْمِ [sebṯu’l-cism] Serv-i sehî gibi kaddi küşâde ve mevzûn ve aʹzâ΄ ve endâmı uygun olan kinâye olur; yukâlu: غُلاَمٌ سَبْطُ الْجِسْمِ أَيْ حَسَنُ الْقَدِّ لَطِيفٌ Ve
سَبْطٌ [sebṯ] Aralıksız bir düzeye yağan yağmura ıtlâk olunur; yukâlu: مَطَرٌ سَبْطٌ أَيْ سَحٌّ
اَلسِّبْطُ [es-sibṯ] (sîn’in kesriyle) Bir adamın veled-i veledine denir ki torun taʹbîr olunur, fürûʹunun medâr-ı imtidâdı olduğu için; yukâlu: هُوَ سِبْطُهُ أَيْ وَلَدُ وَلَدِهِ Ve
سِبْطٌ [sibṯ] Yehûd kabîlesine denir; cemʹi أَسْبَاطٌ [esbâṯ]tır, ʹArabın kabîlesi menzilindedir; أَسْبَاطُ بَنِي إِسْحَقَ [esbâṯu benî İsḩâḵ], قَبَائِلُ بَنِي إِسْمَعِيلَ [kabâ΄ilu benî İsmâʹîl] mesâbesindedir. Ve minhu kavluhu taʹâlâ: ﴿وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ أَسْبَاطًا أُمَمًا﴾ Burada أَسْبَاطٌ lafzı bedeldir, temeyyüz değildir. Ve fi’l-hadîsi: “حُسَيْنٌ سِبْطٌ مِنَ الْأَسْبَاطِ مَنْ أَحَبَّنِي فَلْيُحِبَّ حُسَيْنًا” أَيْ أُمَّةٌ مِنَ الْأُمَمِ يَعْنِي مِنَ الْخَيْرِ فَهُوَ وَاقِعٌ عَلَى الْأُمَّةِ وَالْأُمَّةُ وَاقِعَةٌ عَلَيْهِ
اَلسَّبْطُ [es-sebṯ] (رَبْطٌ [rabṯ] vezninde) ve
اَلسَّبَطُ [es-sebaṯ] (fethateynle) ve
اَلسُّبُوطُ [es-subûṯ] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) ve
اَلسُّبُوطَةُ [es-subûṯat] (عُمُومَةٌ [ʹumûmet] vezninde) ve
اَلسَّبَاطَةُ [es-sebâṯat] (كَرَامَةٌ [kerâmet] vezninde) Saç kıvırcık olmayıp düz olmak maʹnâsınadır; yukâlu: سَبُطَ الشَّعْرُ وَسَبِطَ سَبْطًا وَسَبَطًا وَسُبُوطًا وَسُبُوطَةً وَسَبَاطَةً مِنَ الْبَابِ الْخَامِسِ وَالرَّابِعِ ضَدُّ جَعُدَ Ve
سَبَطٌ [sebaṯ] (fethateynle) Buğdaycık otunun tâzesine denir. Nebâtı darı nebâtına şebîh olur, davar otlağının güzîdesidir. Ve kökü bir olup dalı budağı gür ve firâvân olan ağaca denir; yukâlu: شَجَرٌ سَبَطٌ إِذَا كَانَتْ لَهَا أَغْصَانٌ كَثِيرَةٌ وَأَصْلُهَا وَاحِدٌ
سَبَطٌ [sebaṯ] (fethateynle) Bi-maʹnâhu. Ve
سَبَطٌ [sebaṯ] Kıvırcık olmamak maʹnâsına da gelir; yukâlu: سَبِطَ شَعْرُهُ سَبَطًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ وَيُقَالُ رَجُلٌ سَبِطُ الشَّعْرِ وَسَبِطُ الْجِسْمِ وَسَبْطُ الْجِسْمِ مِثْلُ فَخِذٍ وَفَخْذٍ إِذَا كَانَ حَسَنَ الْقَدِّ وَالْإِسْتِوَاءِ Ve
سَبَطٌ [sebaṯ] Nebâtâttan bir ota dahi derler ki tâze iken سَبَطٌ [sebaṯ] ve kurudukta حَلِيٌّ [ḩaliyy] derler ḩâ-i mühmele ile.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı