ʹacem ~ عَجَمٌ

Kamus-ı Muhit - عجم maddesi

اَلْعَجْمُ [el-ʹacm] (رَجْمٌ [recm]vezninde) Bu dahi yazıyı noktalamak maʹnâsınadır; yukâlu: عَجَمَ الْكِتَابَ عَجْمًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا نَقَطَهُ Cevherî’nin sülâsîden vürûdunu nehy ve inkâr eylemesi vehmdir. Şârih der ki Cevherî, Ezherî’ye ve sâ΄ir baʹzı e΄immeye mütâbaʹat eyledi ve mü΄ellif İbn Sîde’ye muvâfakat eyledi. Ve kaldı ki ifʹâl bâbı selb için geldiği gibi baʹzı sülâsî bâbı dahi gelir mâ-nahnu fîhte olduğu gibi. İntehâ. Ve

عَجْمٌ [ʹacm] (نَجْمٌ [necm] vezninde) Kuyruk sokumuna denir; ʹayn’ın zammıyla da lügattir; yukâlu: أَصَابَ بِعَجْمِهِ أَيْ بِأَصْلِ ذَنَبِهِ Ve hurde deveye denir, müzekker ve mü΄ennese ıtlâk olunur; cemʹi عُجُومٌ [ʹucûm]dur. Ve

عَجْمٌ [ʹacm] ve

عُجُومٌ [ʹucûm] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) Bir nesneyi ısırmak yâhûd ağızda ekl için yâhûd pekliğini, yumuşaklığını bilmek için çiğnemek maʹnâsınadır; yukâlu: عَجَمَ الشَّيْءَ عَجْمًا وَعُجُومًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا عَضَّهُ أَوْ لَاكَهُ لِلْأَكْلِ أَوْ لِلْخِبْرَةِ Ve sınamak ve denemek maʹnâsınadır; yukâlu: عَجَمَ فُلَانًا إِذَا رَازَهُ Ve kılıcı tecribe için beri öte salmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: عَجَمَ السَّيْفَ إِذَا هَزَّهُ تَجْرِبَةً Ve tekûlu’l-ʹArab: مَا عَجَمَتْكَ عَيْنِي مُنْذُ كَذَا أَيْ مَا أَخَذَتْكَ Yaʹnî “Filân müddetten beri gözüm seni kavrayıp tutmadı” ki göremedim demekten kinâyedir. Ve bu ısırmak maʹnâsındandır, yoksa gözüm tutmadı ki sana iʹtimâdım kalmadı demek değildir. Kezâlik bir kimse çeşm-âşinâlığı olan adam için bunu gözüm ısırıyor bileceğim gibidir diyecek yerde جَعَلَتْ عَيْنِي تَعْجُمُهُ derler. Ve sınamak maʹnâsından me΄hûz olarak sığır kısmı boynuzunu tecribe ve imtihân için ağaca darb eylemek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: اَلثَّوْرُ يَعْجُمُ قَرْنَهُ إِذَا ضَرَبَ بِهِ الشَّجَرَةُ يَبْلُوهُ Ve fi’l-hadîsi: عَنْ أُمِّ سَلَمَةَ رَضِيَ اللهُ عَنْهَا أَنَّهَا قَالَتْ نَهَانَا النَّبِيُّ عَلَيْهِ السَّلَامُ أَنْ نَعْجُمَ النَّوَى” أَيْ إِذَا طُبِخَ التَّمْرُ لِلدِّبْسِ يُطْبَخُ عَفْوًا بِحَيْثُ لَا يَبْلُغُ الطَّبْخُ النَّوَى فَيُفْسِدُ طَعْمَ الْحَلَاوَةِ أَوْ لِأَنَّهُ قُوتٌ لِلدَّوَاجِنِ فَلاَ يُنْضَجُ لِئَلَّا يَذْهَبَ طَعْمُهُ Yaʹnî hurmâ pekmez eylemek için tabh olundukta şiddetle tabh olunmayıp âhestece ve sehlce tabh oluna, tâ ki çekirdeğine nüfûz ve sirâyet eylemekle çekirdeğin taʹmı pekmeze çıkıp lezzetini tagyîr eylemeye yâhûd çekirdeği hâne-perver olan deve ve koyun kısmının kût ve ʹalefleri olmakla pek tabh ve inzâc olundukta çekirdeğe dahi nüfûz ve te΄sîr eylemekle taʹmı fâsid ve kendisi mütefettit olduğundan o hayvânlar onu kabûl ve ekl eylemeyip ve gayrı tuʹmeleri olmamakla aç ve muztarib kalırlar. Burada dahi عَجْمٌ [ʹacm] ısırmak maʹnâsındandır, gûyâ ki tabh çekirdeği ısırmış olur ki te΄sîrinden kinâyedir.

Vankulu Lugatı - عجم maddesi

اَلْعَجَمَةُ [el-ʹacemet] (fethateynle) Bir çekirdek maʹnâsına قَصَبَةٌ [ḵaṡabet] ile قَصَبٌ [ḵaṡab] gibi; yukâlu: لَيْسَ لِهَذَا الرُّمَّانِ عَجَمٌ Kâle Yaʹḵûb: وَالْعَامَّةُ تَقُولُ عَجْمٌ بِالتَّسْكِينِ Ve

عَجَمٌ [ʹacem] ʹArab olmayana da derler. Ve

عَجَمٌ [ʹacem] Çekirdekten biten hurmâ ağacına dahi derler.

اَلْعَجْمُ [el-ʹacm] (ʹayn’ın fethi ve cîm’in sükûnuyla) Kuyruk dibi, اَصْلُ الذَّنَبِ maʹnâsına, عَجْبٌ [ʹacb] gibi ki ona عُصْعُصٌ [ʹuṡʹuṡ] dahi derler. Ve

عَجْمٌ [ʹacm] Devenin hurdesine dahi derler, بَنَاتُ مَخَاضٍ ve بَنَاتُ لَبُونٍ gibi جَذَعٌ [cežaʹ] mertebesine varınca. Bunda müzekker ve mü΄ennes berâber olur.

اَلْعُجُومُ [el-ʹucûm] (zammeteynle) Cemʹi, usûl-i zeneb. Ve sıgâr-ı ibil maʹnâsına. Ve

عُجُمٌ [ʹucum] Isırmağa dahi derler; yukâlu: عَجَمْتُ الْعُودَ أَعْجُمُهُ مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا عَضَضْتَهُ لِتَعْلَمَ صَلَابَتَهُ مِنْ خَوَرِهِ Ve خَوَرٌ [ḣaver] ḣâ΄-i muʹceme ve vâv-ı sâkine ile zaʹfa derler. Ve

عُجُمٌ [ʹucum] Tecziye maʹnâsına dahi gelir; yukâlu: عَجَمْتُ عُودَهُ أَيْ بَلَوْتُ أَمْرَهُ وَخَبَّرْتُ حَالَهُ Ve göz tutmağa dahi derler; yukâlu: مَا عَجَمَتْكَ عَيْنِي مُنْذُ كَذَا أَيْ مَا أَخَذَتْكَ Ve göz ısırmak maʹnâsına dahi gelir; yukâlu: رَأَيْتُ فُلَانًا فَجَعَلَتْ عَيْنِي تَعْجُمُهُ كَأَنَّهَا تَعْرِفُهُ Ve sığır boynuzun imtihân etmeğe dahi derler; yukâlu: اَلثَّوْرُ يَعْجُمُ قَرْنَهُ إِذَا ضَرَبَ بِهِ الشَّجَرَةَ يَبْلُوهُ Ve

عَجْمُ السَّيْفِ [ʹacmu’s-seyf] Kılıcı tecribe için tahrîk etmeğe dahi derler. Ve

عَجْمٌ [ʹacm] Siyâh ile nokta komağa dahi derler; tekûlu: عَجَمْتُ التَّاءَ إِذَا وَضَعْتَ عَلَيْهَا النُّقْطَتَيْنِ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı