اَلذُّلُّ [ež-žull] (žâl’ın zammı ve lâm’ın teşdîdiyle) ve
اَلذُّلَالَةُ [ež-žulâlet] (žâl’ın zammıyla) ve
اَلذِّلَّةُ [ež-žillet] (žâl’ın kesriyle) ve
اَلْمَذَلَّةُ [el-mežellet] (fetehâtla) ve
اَلذَّلَالَةُ [ež-želâlet] (سَحَابَةٌ [seḩâbet] vezninde) Hor ve hakîr olmak maʹnâsınadır; yukâlu: ذَلَّ الرَّجُلُ ذُلًّا وَذَلَالَةً وَذِلَّةً وَمَذَلَّةً وَذَلَالَةً مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا هَانَ Ve kavluhu taʹâlâ: ﴿وَلَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِيٌّ مِنَ الذُّلِّ﴾ أَيْ لَمْ يَتَّخِذْ وَلِيًّا يُعَاوِنُهُ وَيُحَالِفُهُ لِذِلَّةٍ بِهِ وَهُوَ عَادَةُ الْعَرَبِ Yaʹnî ʹâdet-i ʹArab budur ki hîn-i hâcette defʹ-i târika-i zillet ve celb-i râfika-i ʹizz ü meneʹat kasdıyla muʹâzadet ve muʹâvenet eylemek için birbiriyle tehâlüf ve teʹâhüd edip ehadühümâ âhere velî ve muʹîn olurlar, lâkin hazret-i ʹazîz-i mutlak celle şânuhu ve ʹazze sultânuhu o resme yâr ve yâverden müstagnî ve cümleye muʹîn ve mugnîdir.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı