ʹarş ~ عَرْشٌ

Kamus-ı Muhit - عرش maddesi

Şârih der ki hukemâ΄ ʹindinde عَرْشٌ [ʹarş] felek-i aʹzamdır ki muhaddedü’l-cihâttır. Ve كُرْسِيٌّ [kursiyy] felek-i sevâbittir ki felek-i sâmindir. Asl عَرْشٌ [ʹarş] sakf maʹnâsına mevzûʹdur. Ve عَرْشٌ [ʹarş] cümle feleğin husûsan cennetin sakfı menzilesindedir ve sâ΄ir maʹânî ondan müteferraʹdır. İntehâ. Ve

عَرْشٌ [ʹarş] Pâdişâhın tahtına ıtlâk olunur, ʹuluvv ve rifʹat münâsebetiyle; yukâlu: قَعَدَ الْمَلِكُ عَلَى عَرْشِهِ أَيْ سَرِيرِهِ Ve ʹizz ve sultân ve mecd ve şân maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: لَهُ عَرْشٌ عَظِيمٌ أَيْ عِزٌّ وَمَجْدٌ وَسُلْطَانٌ Ve bir işin medâr-ı kıyâmı olan şey΄e denir ve minhu yukâlu: ثُلَّ عَرْشُهُ أَيْ هُدِمَ مَا هُوَ عَلَيْهِ مِنْ قِوَامِ أَمْرِهِ Ve bir nesnenin rüknüne denir; yukâlu: هُوَ عَرْشُهُ أَيْ رُكْنُهُ Ve

عَرْشُ الْبَيْتِ [ʹarşu’l-beyt] Hânenin sakfına denir. Ve çadıra denir, خَيْمَةٌ [ḣaymet] maʹnâsına. Ve gölgelik için yapılmış çardak makûlesi eve denir. Cemʹi عُرُوشٌ [ʹurûş] ve عُرُشٌ [ʹuruş] gelir, zammeteynle ve أَعْرَاشٌ [aʹrâş] ve عِرَشَةٌ [ʹireşet] gelir, قِرَدَةٌ [ḵiredet] vezninde. Ve

عَرْشُ الْقَوْمِ [ʹarşu’l-ḵavm] Bir cemâʹatin müdebbir-i umûrları olan re΄îslerine ıtlâk olunur; yukâlu: هُوَ عَرْشُهُمْ أَيْ رَئِيسُهُمُ الْمُدَبِّرُ لِأُمُورِهِمْ Ve köşke denir; tekûlu: قَعَدْنَا فِي الْعَرْشِ أَيِ الْقَصْرِ Ve

عَرْشٌ [ʹArş] Şol dört hurde kevkebe ıtlâk olunur ki عَوَّاءٌ [ʹavvâ΄] dedikleri sûret-i şimâliyyenin altı yanındadırlar. Ve onlara عَرْشُ السِّمَاكِ [ʹarşu’s-simâk] ve عَجُزُ الْأَسَدِ [ʹacuzu’l-esed] dahi denir. Ve

عَرْشٌ [ʹarş] Tâbûta ıtlâk olunur; kîle ve minhu’l-hadîsu: ḣإِهْتَزَّ الْعَرْشُ لِمَوْتِ سَعْدِ بْنِ مُعَاذٍḢ Ve tâbûtun cünbüş ve ihtizâzı Saʹd hazretlerini hâmil olmak şerefine mazhar olmakla o şevkle ferah ve neşâtından kinâyedir. Ve

عَرْشٌ [ʹarş] Mülk ve saltanata ıtlâk olunur. Ve

عَرْشُ الْبِئْرِ [ʹarşu’l-bi΄r] Kuyunun dibinden adam boyu kadar taşla duvar yaptıktan sonra ağzına kadar yukarısını yaptıkları tahta ve kerestelere ıtlâk olunur. Ve

عَرْشُ الْقَدَمِ [ʹarşu’l-ḵadem] Ayağın parmak tarafına doğru yüzünde olan yumruca tümseğe ıtlâk olunur; tekûlu: وَقَعَ عَلَى عَرْشِ قَدَمِي وَهُوَ مَا نَتَأَ مِنْ ظَهْرِهِ Ve gölgeliğe ve sâyebâna denir ki ekserî sâzlık makûlesinden yaparlar, salaş ve kulübe gibi. Ve kuyu kenârında olan şol tahtaya denir ki su çeken kimse onun üzerinde kâ΄im olur. Ve

عَرْشُ الطَّائِرِ [ʹarşu’ṯ-ṯâ΄ir] Kuşun yuvasından ʹibârettir; yukâlu: دَخَلَ الطَّائِرُ فِي عَرْشِهِ أَيْ عُشِّهِ Ve

عَرْشٌ [ʹarş] Masdar olur; âteş tutruğunu muttasıl tutuşturup yandırmak maʹnâsına; yukâlu: عُرِشَ الْوَقُودُ عَلَى بِنَاءِ الْمَجْهُولِ عَرْشًا إِذَا أُوقِدَ وَأُدِيمَ Ve kerevit ve çardak yapmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَرَشَ لِلْكَرْمِ عَرْشًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ وَالثَّانِي إِذَا بَنَى لَهُ عَرِيشًا Ve sayda igrâ olunan tâzî ʹaczinden yâhûd susuzluğundan yâhûd ʹacemî olduğundan sayda hücûm eylemeyip öylece durmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَرَشَ الْكَلْبُ إِذَا خَرِقَ وَلَمْ يَدْنُ لِلصَّيْدِ Ve bir kimse ifrât-ı neşâtından dimâgı âşüfte olmakla hayrân ve mebhût kalmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَرَشَ الرَّجُلُ إِذَا بَطِرَ وَبُهِتَ كَمَا يُقَالُ عَرِشَ الرَّجُلُ عَرْشًا وَعَرَشًا بِفَتْحَتَيْنِ مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ Ke-mâ se-yuzkeru. Ve ev yapmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَرَشَ الْبَيْتَ إِذَا بَنَاهُ Ve

عَرْشٌ [ʹarş] ve

اَلْعُرْشُ [el-ʹurş] (ʹayn’ın zammıyla) Boynun bir tarafında olan uzunca etçeğize denir. İki tarafında olana عُرْشَانِ [ʹurşân] denir ki kafânın iki cânibinde olan etler olacaktır. ʹAlâ-kavlin boynun iki taraflı kökünde olan etlere yâhûd iki taraflı hacâmat mevziʹlerine denir ki yağrınının iki cânibidir. Ve boğazın ucunda küçük dilin altındaki iki kemiğe denir ki lisân onlar üzere kâ΄im olur. Ve

عُرْشٌ [ʹurş] At kısmının yelesinin nihâyetine denir ki boynunun kökü tarafıdır. Ve kulağa denir. Ve göğsü kerevit gibi ʹarîz ve bülend olan iri cüsseli nâkaya denir; yukâlu: نَاقَةٌ عُرْشٌ أَيْ ضَخْمَةٌ كَأَنَّهَا مَعْرُوشَةُ الزَّوْرِ Ve

عُرْشٌ [ʹurş] İnsânın ayağının yüzünde olan yumru ile parmaklarının aralığı olan yere denir; yukâlu: وَقَعَ الْحَجَرُ فِي عُرْشِهِ أَيْ مَا بَيْنَ الْعَيْرِ وَالْأَصَابِعِ مِنْ ظَهْرِ قَدَمِهِ Ve bunda fethla da câ΄izdir. Cemʹi عِرَشَةٌ [ʹireşet] gelir, قِرَدَةٌ [ḵiredet] vezninde ve أَعْرَاشٌ [aʹrâş] gelir.

عُرُوشٌ [ʹurûş] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) Asmanın çubuklarını herek üzere ve kerevit üzere kaldırmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَرَشَ الْكَرْمَ عَرْشًا وَعُرُوشًا إِذَا رَفَعَ دَوَالِيَهُ عَلَى الْخَشَبِ Ve kuyunun dibini adam boyu kadar taşla yaptıktan sonra yukarısını tahta ile yapmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَرَشَ الْبِئْرَ إِذَا طَوَاهَا بِالْحِجَارَةِ قَدْرَ قَامَةٍ مِنْ أَسْفَلِهَا وَسَائِرَهَا بِالْخَشَبِ Ve bir kimsenin boynunun عُرْشٌ [ʹurş] dedikleri yerine vurmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَرَشَ فُلاَنًا إِذَا ضَرَبَ عُرْشَ رَقَبَتِهِ Ke-mâ se-yuzkeru. Ve bir yerde ikâmet eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: عَرَشَ بِالْمَكَانِ إِذَا أَقَامَ Ve borçluya tekâzâ eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: عَرِشَ بِغَرِيمِهِ عَرْشًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا لَزِمَهُ Ve bir nesneden ʹudûl ve insirâf eylemek maʹnâsınadır; tekûlu: عَرِشَ عَنِّي إِذَا عَدَلَ Ve bir kimsenin vereceği nesneye hâ΄il olup imtinâʹ eylemek maʹnâsınadır; tekûlu: عَرِشَ عَلَيَّ مَا عِنْدَ فُلاَنٍ إِذَا امْتَنَعَ

عُرْشٌ [ʹUrş] Mekke-i mükerreme’ye, ʹalâ-kavlin büyût-ı kadîmesine denir; nunda ʹayn’ın fethiyle de câ΄izdir. ʹİnde’l-baʹz fethle Mekke’ye ve zammla büyûtuna denir ki عُرُوشٌ [ʹUrûş] dahi denir bünye-i cemʹle; ve minhu kavlu Saʹd: وَفُلاَنٌ كَافِرٌ بِالْعُرْشِ يَعْنِي مُعَاوِيَةَ مُقِيمٌ بِمَكَّةَ Yaʹnî Muʹâviye cenâblarının temettuʹ-i hacc-ı şerîften nehy eylediği Saʹd hazretlerinin bâlig oldukta: ḣتَمَتَّعَنْاَ مَعَ رَسُولِ اللهِ عَلَيْهِ السَّلاَمُ وَفُلاَنٌ يَعْنِي مُعَاوِيَةَ كَافِرٌ بِالْعُرْشِḢ dedikleri kelâmda عُرْشٌ [ʹUrş] عَرِيشٌ [ʹarîş]in cemʹidir ki murâd vech-i mezkûr üzere büyût-ı Mekke’dir. O evânda ağaç ve sâzlık makûlesi çatma alaçuk gibi olmakla عَرِيشٌ [ʹarîş] ıtlâk ederler idi. Pes maʹnâ وَهُوَ مُقِيمٌ بِمَكَّةَ فِي حَالِ كُفْرِهِ قَبْلَ إِسْلاَمِهِ demek olur. Ve

Vankulu Lugatı - عرش maddesi

اَلْعَرْشُ [el-ʹarş] (ʹayn’ın fethi ve râ’nın sükûnuyla) Taht-ı mülûk ve sakf-ı beyte dahi derler. عَرْشُ الْبَيْتِ derler; ve kavluhum ثُلَّ عَرْشُهُ أَيْ وَهَى أَمْرُهُ وَذَهَبَ عِزُّهُ Ve

عَرْشٌ [ʹarş] Gölgelik ettikleri nesneye de derler. Ve

عَرْشُ الْقَدَمِ [ʹarşu’l-ḵadem] Ayakta parmaklar olduğu cânibde olan yumruca yerdir, zahr-ı kadem maʹnâsına. Ve

عَرْشُ السِّمَاكِ [ʹarşu’s-simâk] Ufak yıldızlardır ki عَوَّادٌ [ʹAvvâd] dedikleri yıldızın altındadır. Ve ona esed kuyruğudur derler. Ve

عَرْشُ الْبِئْرِ [ʹarşu’l-bi΄r] Şol ağaçlara derler ki kuyunun içi adam boyu kadar taşla yapıldıktan sonra o ağaçlarla yaparlar. Ve

عَرْشٌ [ʹarş] Ağaçtan yapı yapmağa dahi derler; yukâlu: عَرَشَ يَعْرُشُ عَرْشًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ وَالثَّانِي

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı