farḋ ~ فَرْضٌ

Kamus-ı Muhit - فرض maddesi

Mü΄ellifin Baṡâ΄ir’de beyânına göre فَرْضٌ [farḋ] bir pek şey΄i katʹ ve te΄sîr maʹnâsına mevzûʹdur, قَطْعُ حَدِيدٍ ve حَزُّ زَنْدٍ gibi. Sâ΄ir maʹânî birer münâsebetle ondan müteferraʹdır. İntehâ. Ve

فَرْضٌ [farḋ] Kertmek maʹnâsınadır; yukâlu: فَرَضَ الْمِسْوَاكَ إِذَا حَزَّهُ Ve فَرْضُ الْقَوْسِ [farḋu’l-ḵavs] yayın iki başında kiriş geçirecek kertiğe denir, مَفْرُوضٌ [mefrûḋ] maʹnâsınadır. Cemʹi فِرَاضٌ [firâḋ]dır fâ’nın kesriyle; tekûlu: أَوْقِعِ الْوَتَرَ فِي فَرْضِ قَوْسِكَ وَهُوَ الْحَزُّ الَّذِي هُوَ مَوْقِعُ الْوَتَرِ Ve فَرْضٌ إِلَهِيٌّ [farḋun ilâhiyy] Hak taʹâlânın ʹibâdına vâcib kıldığı hükm-i lâzımdan ʹibârettir, savm ve salât gibi. Ve Kur΄ân okumağa ıtlâk olunur. Ve فَرْضٌ نَبَوِيٌّ [farḋun nebeviyy] Hazret-i Resûlullâh’ın sünnet-i şerîfesinden ʹibârettir ve bu maʹnâda masdar olur; yukâlu: فَرَضَهُ رَسُولُ اللهِ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ أَيْ سَنَّهُ Ve

فَرْضٌ [farḋ] Bir gûne hurmâ ismidir. Ve ʹulûfeli ʹaskere ıtlâk olunur; yukâlu: عِنْدَهُ مِائَةٌ مِنَ الْفَرْضِ أَيْ مِنَ الْجُنْدِ الَّذِينَ يَفْتَرِضُونَ Ve kalkana denir. Ve aʹvâd-ı beytten yaʹnî ev direklerinden bir türlü direğe denir ki murâd kertikleri olmakla oralara sâ΄ir ağaçları ve tahtaları iliştirirler. Ve libâsa ıtlâk olunur; yukâlu: مَا عَلَيْهِ فَرْضٌ أَيْ ثَوْبٌ Ve mersûm ve muvazzaf olan ʹatiyye ve ʹulûfeye denir, yevmiyye ve şehriyye gibi; yukâlu: يَطْلُبُ فَرْضَهُ أَيْ عَطِيَّتَهُ الْمَرْسُومَةَ Ve şol nesneye denir ki bir kimse onu kendi nefsine muʹîn kılmış iken gayra hibe eyleye; ʹalâ-kavlin ʹivaz ve sevâb niyyeti olmayarak sâ΄ire cûd ve ʹatâ eylediği şey΄e denir ki قَرْضٌ [ḵarḋ] mukâbilidir kâf’la; yukâlu: أَعْطَاهُ الْفَرْضَ وَهُوَ مَا فَرَضَهُ عَلَى نَفْسِهِ فَوَهَبَهُ أَوْ جَادَ بِهِ لِغَيْرِ ثَوَابٍ Ve فَرْضُ الزَّنْدِ [farḋu’z-zend] çakmağın çakılacak yerine yâhûd kertiğine denir ki gedik olur, zîrâ ʹArablar çakmağı مَرْخٌ [merḣ] ve عَفَارٌ [ʹafâr] ağaçlarından ittihâz edip âteş çakacak yerlerini kerterler; yukâlu: مَكَّنَ الزَّنْدَ فِي فَرْضِ الزَّنْدَةِ أَيْ حَيْثُ مَا يُقْدَحُ مِنْهُ أَوِ الْحَزُّ الَّذِي فِيهَا Ve kavluhu taʹâlâ: ﴿سُورَةٌ أَنْزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا﴾ أَيْ جَعَلْنَا فِيهَا فَرَائِضَ الْأَحْكَامِ وَبِالتَّشْدِيدِ أَيْ جَعَلْنَا فِيهَا فَرِيضَةً بَعْدَ فَرِيضَةٍ أَوْ فَصَّلْنَاهَا وَبَيَّنَّاهَا Yaʹnî sülâsî kırâ΄atine göre mecâz fi’l-müfreddir; hulûl ʹalâkasıyla yâhûd mecâz fi’n-nisbedir ki جَرَى النَّهْرُ terkîbine karîbdir. Ve tefʹîlden kırâ΄atine göre teksîri mutazammındır, zîrâ sûre-i mezbûrede celd ve îlâ΄ gibi mütetâbiʹan ferâ΄iz ve ahkâm îcâb olunmuştur yâhûd حَزٌّ [ḩazz] ve قَطْعٌ [ḵaṯʹ] maʹnâsına olan فَرْضٌ [farḋ]dan bi’l-istiʹâre tafsîl ve beyân maʹnâsınadır. Mü΄ellif Baṡâ΄ir’de أَوْجَبْنَا الْعَمَلَ بِهَا ʹibâretiyle de tefsîr eylemiştir. Ve

فَرْضٌ [farḋ] Bir kimseye vazîfe ve ʹulûfe taʹyîn eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: فَرَضَ لَهُ إِذَا جَعَلَ لَهُ فَرِيضَةً

Vankulu Lugatı - فرض maddesi

اَلْفِرَاضُ [el-firâḋ] (fâ’nın kesriyle) Cemʹi. Ve

فِرَاضٌ [firâḋ] Nehrin su salacak yerine de derler. Ve

فِرَاضٌ [firâḋ] Libâsa dahi derler; yukâlu: مَا عَلَيْهِ مِنْ فِرَاضٍ أَيْ شَيْءٌ مِنْ لِبَاسٌ Ve

فَرْضٌ [ferḋ] Bir nevʹ hurmâya dahi derler. Ve Aṡmaʹî eyitti: فَرْضٌ [ferḋ] ʹUmân vilâyetinin hurmâlarının aʹlâsına derler. Ve عُمَانُ [ʹUmân] ʹayn-ı mühmelenin zammı ve mîm’in tahfîfiyle Yemen vilâyetinde bir şehrin adıdır. Ve

فَرْضٌ [ferḋ] Hak taʹâlânın vâcib kıldığı nesneye dahi derler فَرْضٌ [ferḋ] dediler, meʹâlimi ve hudûd-ı muʹayyenesi olduğu için. Ve

فَرْضٌ [ferḋ] Kalkana dahi derler, siper maʹnâsına. Ve

فَرْضٌ [ferḋ] قِدْحٌ [ḵidḩ] maʹnâsına da gelir ki قِدْحٌ [ḵidḩ] ḵâf’ın kesri ve dâl’ın sükûnuyla yeleksiz ve temrensiz oka derler. Ve

فَرْضٌ [ferḋ] ʹAtiyye-i mersûmeye dahi derler; yukâlu: مَا أَصَبْتُ مِنْهُ فَرْضًا وَلَا قَرْضًا يُقَالُ فَرَضْتُ الرَّجُلَ وَأَفْرَضْتُهُ إِذَا أَعْطَيْتَهُ وَقَدْ فَرَضْتُ لَهُ فِي الْعَطَاءِ وَفَرَضْتُ لَهُ فِي الدِّيوَانِ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı