feraʹ ~ فَرَعٌ

Kamus-ı Muhit - فرع maddesi

اَلْفَرَعُ [el-feraʹ] (fethateynle) Nâkanın yâhûd koyunun ve keçinin en evvel doğurduğu yavrusuna denir; Câhiliyye’de onu sanemlerine kurbân ederler idi; ve minhu’l-hadîsu: “لاَ فَرَعَ وَلاَ عَتِيرَةَ” Ve baʹzılar ʹindinde Câhiliyye’den birinin devesi yüz mihâra bâlig oldukta bir genç ve aʹlâ devesini sanemine kurbân ederler idi; فَرَعٌ [feraʹ] dedikleri o kurbân eyledikleri devedir. Mukaddemâ ehl-i İslâm dahi o minvâl üzere birini zebh eder olup baʹdehu nesh ve nehy sâdır olmakla ferâgat eylediler. Müfredi فَرَعَةٌ [fereʹat] ve cemʹi فُرُعٌ [furuʹ]dur zammeteynle. Ve

فَرَعٌ [feraʹ] Bölmeğe denir; yukâlu: تَرَاضَوْا بِالْفَرَعِ أَيْ بِالْقِسْمِ Ve Baṡra ile Kûfe beyninde bir mevziʹ ismidir. Ve أَفْرَعُ [efraʹ] lafzından masdar olur, başın saçı tâm ve vâfir olmak maʹnâsına; yukâlu: فَرِعَ الرَّجُلُ فَرَعًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا كَانَ أَفْرَعَ أَيْ تَامَّ الشَّعْرِ Ve

فَرَعٌ [feraʹ] Kehleye denir; râ’nın sükûnuyla da câ΄izdir. Müfredi فَرَعَةٌ [fereʹat]tır, قَمْلَةٌ [ḵamlet] gibi; râ’nın sükûnuyla da lügattır; yukâlu: فِي قَمِيصِهِ فَرَعٌ كَثِيرٌ أَيْ قَمْلٌ Ve

فَرَعٌ [feraʹ] Kırba ve tulum tâm ve kebîr olmamakla büyütüp karâr üzere kılmak için sonradan ziyâde kılınmış yamaya denir.

اَلْفَرْعُ [el-ferʹ] (زَرْعٌ [zerʹ] vezninde) Her nesnenin yukarısına denir; yukâlu: فَرْعُ الدَّوْحَةِ ظِلُّهَا دَرْفُهَا أَيْ أَعْلاَهَا Ve bir cemâʹatin şerîf ve zî-şânına ıtlâk olunur; yukâlu: فُلاَنٌ فَرْعُ قَوْمِهِ أَيْ شَرِيفُهُمْ Ve müfîd ve nâmî olan mâl-ı hâzır u mahfûza ıtlâk olunur. Cevherî bunu fethateynle takyîd eylemekle vehm eyledi, niteki Şuveyʹir nâm şâʹirin işbu: “فَمَنْ وَاسْتَبْقَى وَلَمْ يَعْتَصِرْ ||مِنْ فَرْعِهِ مَالاً وَلَمْ يَكْسِرْ” beytinde râ’nın sükûnuyla müsebbettir. Ve

فَرْعٌ [ferʹ] Tâm ve vâfir olan saça ıtlâk olunur; yukâlu: إِمْرَأَةٌ طَوِيلَةُ الْفَرْعِ وَهُوَ الشَّعْرُ التَّامُّ Ve ağaç budağının ucundan düzülmüş yaya denir; tekûlu: رَأَيْتُ فِي يَدِهِ فَرْعًا حَسَنًا وَهِيَ الْقَوْسُ الَّتِي عُمِلَتْ مِنْ طَرَفِ الْقَضِيبِ Ve ağacı yarılmayıp yaʹnî bütün daldan düzülmüş yaya denir, ʹalâ-kavlin yay kısmının pek latîf ve güzîde ve bihterine denir; yukâlu: رَمَاهُ بِالْفَرْعِ أَيِ الْقَوْسِ الْغَيْرِ الْمَشْقُوقَةِ أَوْ هِيَ مِنْ خَيْرِ الْقِسِيِّ Burada غَيْر lafzına harf-i taʹrîf idhâl olunduğu bi’t-te΄vîl mücîz olan kavla mebnîdir; ve yukâlu: قَوْسٌ فَرْعٌ وَفَرْعَةٌ بِالْوَصْفِ وَالتَّأْنِيثِ Ve

فَرْعُ الْمَرْأَةِ [ferʹu’l-mer΄et] Hatunun saçından ʹibârettir. Bu maʹnâ-yı sâbıktan eʹammdır. فَرْعٌ [ferʹ]in cemʹi فُرُوعٌ [furûʹ] gelir. Ve

فَرْعٌ [ferʹ] Dere akıntısına su akacak yere denir. Bunun cemʹi فِرَاعٌ [firâʹ]dır fâ’nın kesriyle. Ve

فَرْعُ الْأُذُنِ [ferʹu’l-užun] Kulağın yukarısına ıtlâk olunur ki üst kemirtleği olacaktır; yukâlu: قَرَعَ فَرْعَ أُذُنِهِ أَيْ أَعْلاَهَا Mü΄ellif وَمِنَ الْأُذُنِ فَرْعُهَا ʹibâretiyle resm eylemekle hakk-ı ʹibâre وَمِنَ الْأُذُنِ أَعْلاَهَا ʹunvânıyla olmaktır. Ve

فَرْعٌ [ferʹ] Masdar olur, yükseğe çıkmak maʹnâsına; yukâlu: فَرَعَ الْجَبَلَ فَرْعًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا صَعِدَ Ve aşağı inmek maʹnâsına olmakla zıdd olur; yukâlu: فرَعَ الْجَبَلَ إِذَا نَزَلَ Ve kızın kızlığını izâle eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: فَرَعَ الْبِكْرَ إِذَا افْتَضَّهَا Ve bir kimsenin başına değnekle yâhûd kılıçla havâle olmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: فَرَعَ رَأْسَهُ بِالْعَصَا إِذَا عَلاَهُ بِهَا Ve

فَرْعٌ [ferʹ] ve

فُرُوعٌ [furûʹ] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) Sâ΄irlere şeref ve şân yâ hüsn ü cemâl cihetiyle gâlib ve ser-efrâz olmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: فَرَعَ الْقَوْمَ فَرْعًا وَفُرُوعًا إِذَا عَلاَهُمْ بِالشَّرَفِ أَوْ بِالْجَمَالِ Ve atın başını uyanla silkip yürümekten alıkomak maʹnâsınadır; yukâlu: فَرَعَ الْفَرَسَ بِاللِّجَامِ إِذَا قَدَعَهُ وَكَبَحَهُ Ve nizâʹ üzere olan adamların aralığına girip defʹ-i nizâʹla ıslâh eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: فَرَعَ بَيْنَ الْقَوْمِ إِذَا حَجَزَ وَكَفَّ وَأَصْلَحَ

Vankulu Lugatı - فرع maddesi

اَلْفَرَعُ [el-feraʹ] (fethateynle) Nâkanın evvel doğan veledidir ki onu âliheleri için zebh edip onunla teberrük kasd ederlerdi. Ve fi’l-hadîsi: “لَا فَرَعَ وَلَا عَتِيرَةَ” Ve عَتِيرَةٌ [ʹatîret] şol devedir ki zamân-ı câhiliyyette onu putlar için zebh ederlerdi. Ve

فَرَعٌ [ferʹ] Kezâlik şol hıfz olunmuş mâla derler ki artıcı ve ziyâde olucu ola. Ve

فَرَعٌ [Feraʹ] Bir mevziʹin dahi ismidir. Ve

فَرَعَةٌ [fereʹat] Saçı tamâm olmağa dahi derler, أَفْرَعُ efraʹ]ın masdarıdır.

اَلْفَرْعُ [el-ferʹ] (fâ’nın fethi ve râ’nın sükûnuyla) Bir nesnenin aʹlâsı. Ve bu cihettendir ki فَرْعُ الْقَوْمِ kavmin eşrefine [derler]. Ve

فَرْعٌ [ferʹ] Kezâlik saçın tamâm olanına derler, şaʹr-ı tâmm maʹnâsına. Ve

فَرْعٌ [ferʹ] Şol yaya derler ki ağaç budağının ucundan işlene, yaʹnî ağacı yarılmadan işlene; yukâlu: قَوْسٌ فَرْعٌ أَيْ غَيْرُ مَشْقُوقٍ Ve ağacı yarılana قَوْسٌ فِلْقٌ derler. Ve

فَرْعٌ [ferʹ] Değnek ile başa vurmağa dahi derler; yukâlu: فَرَعْتُ رَأْسَهُ بِالْعَصَا أَيْ عَلَوْتُهُ Ve ḵâf’la dahi lügattır. Ve

فَرْعٌ [ferʹ] Şerefle ʹâlî olmağa dahi derler; yukâlu: فَرَعْتُ قَوْمِي أَيْ عَلَوْتُهُمْ بِالشَّرَفِ أَوْ بِالْجَمَالِ Ve

فَرْعٌ [ferʹ] Atı gemlemeğe dahi derler; yukâlu: فَرَعْتُ فَرَسِي بِاللِّجَامِ إِذَا قَدَعْتَهُ Ve قَدْعٌ [ḵadʹ] ḵâf’la ve dâl ile gemlemek ve tüskürmektir. Ve

فَرْعٌ [ferʹ] Menʹ etmeğe dahi derler; tekûlu: فَرَعْتُ بَيْنَهُمَا إِذَا كَفَفْتَ Ebî Naṡr rivâyeti üzere. Ve

فَرْعٌ [ferʹ] فَرْعَةٌ [ferʹat]in cemʹi dahi gelir, bit maʹnâsına ʹalâ-mâ se-yecî΄u.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı