misḩal ~ مِسْحَلٌ

Kamus-ı Muhit - مسحل maddesi

اَلْمِسْحَلُ [el-misḩal] (مِنْبَرٌ [minber] vezninde) Nesne yonacak âlete denir, keser gibi; yukâlu: سَحَلَهُ بِالْمِسْحَلِ أَيْ بِالْمِنْحَتِ Ve törpüye ve eğeye denir; yukâlu: سَحَلَهُ بِالْمِسْحَلِ أَيِ الْمِبْرَدِ Ve lisâna ıtlâk olunur, ne gûne olursa, yaʹnî gerek fasîh olsun gerek olmasın, lâkin Esâs’ta وَلِسَانٌ مِسْحَلٌ جُعِلَ كَالْمِبْرَدِ kaydı fesâhatli lisâna tahsîsi müşʹirdir. Mü΄ellif der ki Cevherî’nin bilâ-harf-i ʹatf vasf ʹunvânıyla وَاللِّسَانُ الْخَطِيبُ kavli sehvdir, savâb olan وَالْخَطِيبُ olmaktır ki maʹnâ-yı mahsûstur. Ve

مِسْحَلٌ [misḩal] At gemine denir, لِجَامٌ [licâm] maʹnâsına, ʹalâ-kavlin gem damağı dedikleri çatal demire denir ki atın ağzının içine girer. Ve belîg ve sühanver hatîbe ıtlâk olunur; yukâlu: خَطِيبٌ مِسْحَلٌ أَيْ بَلِيغٌ Mü΄ellif ânifen Cevherî’ye taʹarruzunda savâb olan وَالْخَطِيبُ olmaktır kavliyle مِسْحَلٌ [misḩal] mutlakan hatîbe de ıtlâk olunduğunu telmîh etmişken garîbdir ki ona taʹârruz eylemeyip hatîb-i belîg ile beyân eylediler. Ve

مِسْحَلٌ [misḩal] At geminin ağızlığının iki uçlarında olan halkaların her birine denir ki dizgin onlara geçirilir; ve minhu yukâlu: رَكِبَ فُلَانٌ مِسْحَلَهُ أَيْ تَبِعَ غَيَّهُ فَلَمْ يَنْتَهِ بَعْضًا Baʹzen başı sert at مِسْحَلٌ [misḩal]-i mezbûru azıya almakla suʹûbet edip fârisin idâre ve aʹmâlini aslâ eslemeyip kendi başına gittikte رَكِبَ الْفَرَسُ مِسْحَلَهُ derler. Bu maʹnâdan ahz ile filân aslâ münzecir olmayıp dâ΄imâ bagy ve tugyâna münhemiktir diyecek yerde رَكِبَ فُلَانٌ مِسْحَلَهُ derler. Mü΄ellif وَالْغَيُّ رَكِبَ مِسْحَلَهُ kavli وَأَيْضًا اَلْغَيُّ يُقَالُ رَكِبَ takdîrindedir ki مِسْحَلٌ [misḩal] gayy ve tugyân mevkiʹinde dahi müstaʹmeldir demektir yâhûd وَالْغَيُّ mubtedâ΄ ve رَكِبَ مِسْحَلَهُ cümlesi haber olup fâʹil mukadder ve مِسْحَلَهُ zamîri mubtedâya râciʹdir yâhûd zamîr فُلَانٌ [fülân]a râciʹdir ve mübâlagayı mutazammındır, lâkin sibâk iktizâsıyla kavl-i evvel ercahtır. Kâle’ş-şârih ve minhu kavlu ʹAlî kerremallâhu vechehu: “إِنَّ بَنِي أُمَيَّةَ لَا يَزَالُونَ يَطْعُنُونَ فِي مِسْحَلِ ضَلَالَةٍ” أَيْ إِنَّهُمْ يُسْرِعُونَ فِيهَا وَيَجِدُّونَ Ve

مِسْحَلٌ [misḩal] Sakalın bir tarafına denir, ʹalâ-kavlin عِذَارٌ [ʹižâr]dan aşağı mukaddem-i lihyeye varınca her cânibe مِسْحَلٌ [misḩal] ve iki cânibe مِسْحَلَانِ [misḩalân] denir. Ve cûd ve sehâda derece-i kemâle resîde olan adama vasf olur; yukâlu: رَجُلٌ مِسْحَلٌ أَيْ غَايَةٌ فِي السَّخَاءِ Ve vâlî ve hâkim tarafından ikâmet-i hudûd etmeye me΄mûr cellâda denir; yukâlu: هُوَ مِسْحَلٌ أَيْ جَلَّادٌ يُقِيمُ الْحُدُودَ Burada جَلَّادٌ [cellâd] değnek çalan kimsedir ki madrûbun değnekle derisini سَحْلٌ [saḩl] eder. Ve

مِسْحَلٌ [misḩal] Neşît ve şâtır sâkîye denir. Ve un eleğine denir. مُنْخُلٌ [munḣul] maʹnâsına. Ve su tulumunun ve azık dağarcığının ağzına denir. Ve Ḵur΄ân-ı Kerîm kırâ΄âtinde mâhir ve hâzık olan adama denir. Ve nâzük ve pâkîze pamuk bezine denir. Ve dâ΄imâ yalnız başına ʹamel eden bahâdır adama denir. Ve suyu pek çok olup şiddetle dökülür olan oluğa denir; yukâlu: مِيزَابٌ مِسْحَلٌ إِذَا كَانَ لَا يُطَاقُ مَاؤُهُ Ve ʹazm-ı sârim ve kasd-ı câzim maʹnâsına müstaʹmeldir; ve minhu yukâlu: رَكِبَ فُلَانٌ مِسْحَلَهُ إِذَا عَزَمَ صَارِمًا عَلَى الْأَمْرِ وَجَدَّ فِيهِ Bu şekîme-i licâm maʹnâsından me΄hûzdur. Ve yalın kat bükülmüş ipe denir, مُبْرَمٌ [mubrem] mukabilidir; burada وَالْغَيُّ lafzı mersûm olmakla ânifen zikr olundu. Ve pek firâvân yağmura ıtlâk olunur. Ve insânın yüzünün bir cânibine denir; yukâlu: شَابَ مِسْحَلُهُ أَيْ عَارِضُهُ Ve Şureyḩ b. Ḵirvâş el-ʹAbsî feresinin ismidir. Ve bir adamın ismidir. Ve Aʹşâ nâm şâʹirin tâbiʹi olan cinnî ismidir.

Vankulu Lugatı - مسحل maddesi

اَلْمِسْحَلُ [el-misḩal] (mîm’in kesri ve ḩâ’nın fethiyle) Eğe dedikleri âlet ki demirde istiʹmâl olunur, مِبْرَدٌ maʹnâsına. Ve

مِسْحَلٌ [misḩal] Fasîh olan lisâna dahi derler; yukâlu: رَكِبَ الْخَطِيبُ مِسْحَلَهُ إِذَا مَضَى فِي خُطْبَتِهِ Ve

مِسْحَلٌ [misḩal] Hımâr-ı vahşîye de derler.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı