el-ḣulʹ ~ اَلْخُلْعُ

Kamus-ı Muhit - الخلع maddesi

اَلْخُلْعُ [el-ḣulʹ] (ḣâ’nın zammıyla) Zevc zevcesini kendiden yâ gayrıdan bedel mukâbilinde talâk yaʹnî nikâhından izâle eylemek maʹnâsınadır; خَلْعُ الثَّوْبِ maʹnâsındandır; yukâlu: خَلَعَ زَوْجَتَهُ خُلْعًا إِذَا طَلَّقَهَا بِبَدَلٍ مِنْهَا أَوْ مِنْ غَيْرِهَا

اَلْخَلْعُ [el-ḣalʹ] (ḣâ’nın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Esvâb makûlesini soyup çıkarmak, نَزْعٌ [nezʹ] maʹnâsınadır, lâkin نَزْعٌ [nezʹ]in mefhûmunda fevr ve خَلْعٌ [ḣalʹ]ın mefhûmunda mühlet ve te΄ennî muʹteberdir; yukâlu: خَلَعَ ثَوْبَهُ وَنَعْلَهُ خَلْعًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا نَزَعَهُ Burada Ṡiḩâḩ nüshalarında وَنَعْلَهُ ʹakibinde وَقَائِدَهُ ʹibâreti dahi mersûm olup mütercimi Vanḵulu merhûm münâsebetinde iştibâh eylemiştir. Kaldı ki orada قَائِدٌ [ḵâ΄id]den murâd boyuna geçirilen yular makûlesi olmakla misâle münâsebet-i tâmmesi olduğu nümâyândır. Ve

خَلْعٌ [ḣalʹ] Havâyicle tabh olunup himyâna konmuş et sövüşüne, ʹalâ-kavlin kendi yağıyla kavrulmuş pastırmaya denir ki himyân makûlesi zarfa mevzûʹ ola; kemiği soyulduğuna mebnî ıtlâk olunmuştur, maḣlûʹ maʹnâsınadır; yukâlu: تَزَوَّدُوا الْخَلْعَ وَهُوَ اللَّحْمُ الْمَطْبُوخُ بِالتَّوَابِلِ فِي وِعَاءٍ مِنْ جِلْدٍ أَوِ الْقَدِيدُ الْمَشْوِيُّ فِي وِعَاءٍ بِإِهَالَتِهِ Ve

خَلْعٌ [ḣalʹ] Ekinin başı kılçıklanmak maʹnâsınadır; yukâlu: خَلَعَ السُّنْبُلُ إِذَا صَارَ لَهُ سَفًا Ve çocuğun çükü büyümek maʹnâsınadır; yukâlu: خَلَعَ الصَّبِيُّ إِذَا كَبُرَ زُبُّهُ Ve

خَلْعٌ [ḣalʹ] Bir kimse oğlundan teberrî edip خَلِيعٌ [ḣalîʹ] eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: خَلَعَ ابْنَهُ إِذَا جَعَلَهُ خَلِيعًا Ke-mâ se-yuzkeru. Ve mugaylân gibi büyük meşe ağaçları yapraklanmak maʹnâsınadır; yukâlu: خَلَعَتِ الْعِضَاهُ إِذَا أَوْرَقَتْ

Vankulu Lugatı - الخلع maddesi

اَلْخُلْعُ [el-ḣulʹ] (ḣâ’nın zammı ve lâm’ın sükûnuyla) Bir kimse zevcesin ibânet etmeğe derler; yukâlu: خَلَعَ امْرَأَتَهُ خُلْعًا

اَلْخَلْعُ [el-ḣalʹ] (ḣâ’nın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Bir nesneyi bir nesneden izâle etmek; yukâlu: خَلَعَ ثَوْبَهُ وَنَعْلَهُ وَقَائِدَهُ خَلْعًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ Ve sâhib-i Ṡurâḩقَائِدَهُ yu bu makâmda “mûze” ile tefsîr etmiştir ve lâkin قَائِدٌ [ḵâ΄id]in o maʹnâya gelmesi zâhir değildir. Ve baʹzı nüsah-ı Cevherî’de lafz-ı قَائِدٌ sonradan yazılmıştır, gâlibâ makâma çendân mülâyemeti olmadığı için tarh olunmuştur. Ve

خَلْعٌ [ḣalʹ] خِلْعَةٌ [ḣilʹat] giydirmeğe dahi derler; yukâlu: خَلَعَ عَلَيْهِ خِلْعَةً ve yukâlu: خُلِعَ الْوَالِي إِذَا عُزِلَ Ve

خَلْعٌ [ḣalʹ] Şol ete derler ki havâyicle pişirilip dağarcığa kona. Ve ekinin başı huşûnet bağlamağa dahi derler; yukâlu: خَلَعَ السُّنْبُلُ أَيْ صَارَ لَهُ سَفًّا Ve سَفٌّ [seff] sîn-i mühmele ile ve fâ ile ekin baş bağlayıp etrâfı huşûnet üzere olmak. Ve oğlanın zekeri büyük olmak maʹnâsına da gelir; yukâlu: خَلَعَ الْغُلَامُ إِذَا كَبِرَ زُبُّهُ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı