el-efaḵ ~ اَلْأَفَقُ

Kamus-ı Muhit - الأفق maddesi

اَلْأَفَقُ [el-efaḵ] (fethateynle) Bir adam kerem yâhûd ʹilm ve maʹrifet yâhûd fesâhat ve belâgat ve sâ΄ir fazîlet cihetinde nihâyet dereceye bâlig olmak maʹnâsınadır; yukâlu: أَفِقَ الرَّجُلُ أَفَقًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا بَلَغَ النِّهَايَةَ فِي الْكَرَمِ أَوْ فِي الْعِلْمِ أَوْ فِي الْفَصَاحَةِ وَجَمِيعِ الْفَضَائِلِ Ve

أَفَقٌ [efaḵ] Yolun yüzüne yaʹnî sâlikin karşı doğrusuna gelen semt ve cihetine denir; cemʹi آفَاقٌ [âfâḵ] gelir; yukâlu: أَفَقُ الطَّرِيقِ أَيْ سَنَنُهُ وَوَجْهُهُ

اَلْأَفِيقَةُ [el-efîḵat] (سَفِينَةٌ [sefînet] vezninde) ve

اَلْأَفِقُ [el-efiḵ] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) Bunlar da أَفِيقٌ [efîḵ] dedikleri zikr olunan deriye denir. Ve

أَفِيقَةٌ [efîḵat] Pek münker ve ʹazîm olan dâhiyeye denir; yukâlu: رَمَاهُ بِالْأَفِيقَةِ أَيِ الدَّاهِيَةِ الْمُنْكَرَةِ

اَلْأَفْقُ [el-efḵ] (وَفْقٌ [vefḵ] vezninde) Bir kimse kendi başına âfâk ve etrâfı gezmek maʹnâsınadır; yukâlu: أَفَقَ الرَّجُلُ أَفْقًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا رَكِبَ رَأْسَهُ وَذَهَبَ فِي الْآفَاقِ Ve baʹzı adamı baʹzı üzere tercîhle ona bahşişi ziyâde vermek maʹnâsınadır; yukâlu: أَفَقَ فِي الْعَطَاءِ إِذَا أَعْطَى بَعْضًا أَكْثَرَ مِنْ بَعْضٍ Ve deriyi dibâgat edip أَفِيقٌ [efîḵ] eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: أَفَقَ الْأَدِيمَ إِذَا دَبَغَهُ إِلَى أَنْ صَارَ أَفِيقًا Burada أَدِيمٌ [edîm]den cild murâddır. Ve yalan söylemek maʹnâsınadır; yukâlu: أَفَقَ الرَّجُلُ إِذَا كَذَبَ Ve gâlib olmak maʹnâsınadır; yukâlu: أَفَقَ عَلَيْهِ إِذَا غَلَبَ Ve sünnet eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: أَفَقَ الصَّبِيَّ إِذَا خَتَنَهُ

اَلْأُفْقُ [el-ufḵ] (hemzenin zammıyla) ve

اَلْأُفُقُ [el-ufuḵ] (zammeteynle) Cânib ve nâhiye maʹnâsınadır; cemʹi آفَاقٌ [âfâḵ] gelir hemzenin meddiyle. ʹAlâ-kavlin felekin cevânib ve etrâfından zâhir ve mer΄î olan kıyısına ve eteğine denir. Ve ʹalâ-re΄yin cenûb ve şimâl ve debûr ve sabâ dedikleri riyâh-ı erbaʹın mehebbine denir. Pes kavl-i evvele göre mutlak olur, sânîye ve sâlise göre feleke mahsûs olur. Ve sâlis sânîden ehass olur ki dört kutra mahsûs olur. Bunlara göre ʹumûmda istiʹmâli mecâz olur; yukâlu: مَا فِي الْأُفُقِ سَحَابَةٌ وَهِيَ النَّاحِيَةُ أَوْ مَا ظَهَرَ مِنْ نَوَاحِي الْفَلَكِ أَوْ مَهَبُّ الْجَنُوبِ وَالشَّمَالِ وَالدَّبُورِ وَالصَّبَا Ve büyût-ı aʹrâbın sakftan aşağıya çekilen perdenin ilerisinde vâkiʹ iki düğmenin aralığına da أُفُقٌ [ufuḵ] ıtlâk olunur. Ve

أُفُقٌ [ufuḵ] (zammeteynle) Eşkinlikte ve yüğrüklükte sâ΄ire gâlib olan ata ıtlâk olunur; müzekker ve mü΄ennesine denir; yukâlu: فَرَسٌ أُفُقٌ أَيْ رَائِعٌ

Vankulu Lugatı - الأفق maddesi

اَلْأَفَقُ [el-efaḵ] (fethateynle) Masdardır, zikr olunan maʹnâda; yukâlu: أَفِقَ يَأْفَقُ أَفَقًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا بَلَغَ النِّهَايَةَ فِي الْكَرَمِ Ve

أَفَقٌ [efeḵ] Dibâgatı tamâm olmayan derilere de derler, أَفِيقٌ [efîḵ]ın cemʹidir, أَدِيمٌ [edîm]le أَدَمٌ [edem] gibi ʹalâ-mâ se-yecî΄u.

اَلْأَفْقُ [el-efḵ] (hemzenin fethi ve fâ’nın sükûnuyla) Deriyi dibâgat etmek; yukâlu: أَفَقَ أَدِيمَهُ يِأْفِقُهُ أَفْقًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا دَبَغَهُ إِلَى أَنْ صَارَ أَفِيقًا Ve yer yüzünde gitmeğe dahi derler; yukâlu: أَفَقَ فُلَانٌ إِذَا ذَهَبَ فِي الْأَرْضِ Ve baʹzı kimseyi baʹzı üzerine tercîh edip ziyâde bahşiş vermeğe de derler; yukâlu: أَفَقَ فِي الْعَطَاءِ أَيْ فَضَّلَ وَأَعْطَى بَعْضًا أَكْثَرَ مِنْ بَعْضٍ

اَلْأُفْقُ [el-ufḵ] (hemzenin zammı ve fâ’nın sükûnuyla) ve

اَلْأُفُقُ [el-ufuḵ] (zammeteynle) عُسْرٌ [ʹusr]la عُسُرٌ [ʹusur] gibi; cânib, nâhiye maʹnâsına.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı