el-îlâf ~ اَلْإِيلَافُ

Kamus-ı Muhit - الإيلاف maddesi

اَلْإِيلاَفُ [el-îlâf] (hemzenin kesriyle) Bir nâkıs maʹdûdu bine bâlig eylemekle tamâm bin kılmak maʹnâsınadır; yukâlu: آلَفَهُمْ إِيلاَفًا إِذَا كَمَّلَهُمْ أَلْفًا Ve deve kısmı şecer ile su beynini cemʹ eylemek maʹnâsınadır ki şecer otlar iken ʹakabinde su vermezler; yukâlu: آلَفَتِ الْإِبِلُ إِذَا جَمَعَتْ بَيْنَ شَجَرٍ وَمَاءٍ Ve bir yere alışmak maʹnâsınadır; yukâlu: آلَفَ الْمَكَانَ إِذَا أَلِفَهُ Ve bir nesnenin ʹadedini bine iblâg eylemek ve ʹaded bine bâlig olmak maʹnâsına müteʹaddî ve lâzım olur; yukâlu: آلَفَ الدَّرَاهِمَ إِذَا جَعَلَهَا أَلْفًا وَآلَفَتِ الدَّرَاهِمُ إِذَا صَارَتْ أَلْفًا Ve bir kimseyi bir nesneye yâhûd bir yere alıştırmak maʹnâsınadır; yukâlu: آلَفَ فُلاَنًا مَكَانَ كَذَا إِذَا جَعَلَهُ يَأْلَفُهُ وَالْإِيلاَفُ فِي التَّنْزِيلِ اَلْعَهْدُ وَشِبْهُ الْإجَازَةِ بِالْخِفَارَةِ Yaʹnî ﴿لِإِيلاَفِ قُرَيْشِ إِيلاَفِهِمْ﴾ âyet-i kerîmesinde vâkiʹ إِيلاَفٌ [îlâf]tan murâd ʹahd ve emân ve korkunç yoldan ebnâ΄-ı sebîlin emn ve selâmetle iyâb ve zehâbları zımnında yasakçılık tarzında verilen icâze-gûne emr ve ruhsattır, maʹnâ-yı أُلْفَةٌ [ulfet]ten me΄hûzdur. Ve ibtidâ o bâbda ʹahd ve emânı Hâşim b. ʹAbdumenâf melik-i Şâm’dan ahz eyledi. Ḵureyş halkı ehl-i ticâret olup lâkin ticâretleri hemîn etrâf-ı Mekke’ye münhasır idi. Bir defʹa Hâşîm-i mezbûr Şâm tarafına ʹazîmet edip baʹde’l-vusûl şeref ve şânı hükümrân-ı Şâm olan Ḵayṡer’e mesmûʹ oldukta huzûruna daʹvet ve ke-mâ yenbagî riʹâyet eylemekle Hâşim, Ḵureyş tüccârının baʹzı emtiʹa-ı Yemen ü Ḩicâz ile Şâm ülkesine iyâb ve zehâbları husûsunu münâsebet ve bi’l-emn ve’s-selâme gelip gitmeleri bâbında ʹahd ve emânı mutazammın bir kıtʹa ruhsat-nâme niyâz eylemekle Ḵayser dahi vefk-i matlûbu üzere nâme-i mersûmu iʹtâ ve min baʹd tüccâr-ı Ḵureyş’i Şâm tarafına te΄lîf ve tesyîr eyledi, niteki ʹAbduşems Ḩabeşe ve Muttalib Yemen ve Nevfel Fâris tarafına te΄lîf ve tesbîl olunur idi. Onlar dahi te΄lîf eylediği memleketin hükümrânlarından Hâşim gibi birer kıtʹa emân-nâme ahz eylemişler idi. İşte Ḵureyş kabîlesi işbu ihve-i erbaʹa hafâretleriyle dâ΄imâ cevânib-i mezbûreye ticâretle tereddüd ederler idi. Ve âyet-i merkûmede maʹnâ-yı meşrûhun te΄vîli bu resmedir ki hafâret-i merkûmeden mukaddem ve mu΄ahhar Mekke-nişîn olan Ḵureyş etrâftan zahîre celbi ve sayfî ve şitevî tenakkulleri husûsunda havâlî-i Mekke’de olan tavâ΄ifi nehb ve gâretle perîşân eden yagmâ-kerân-ı aʹrâb-ı bâdiyeden masûnu’s-sâha eylediler, zîrâ o makûle harâmî ve reh-zene tesâdüf eyledikleri hînde نَحْنُ أَهْلُ حَرَمِ اللهِ diye sekene-i Harem-i şerîf olduklarını ihbâr eylediklerinde ferd-i vâhid kendilere itâle-i dest-i taʹarruz etmezler idi, gûyâ ki o makûlelerden hafâret-nâme ahz eylemişler idi. Ve baʹzı müfessirîn ﴿لِإِيلاَفِ قُرَيْشٍ﴾ kelimesinde olan lâm’ı taʹaccüb maʹnâsına ahz eylemekle أَعْجِبُوا لِإِيلاَفِ قُرَيْشٍ sebkindedir dedi.

Vankulu Lugatı - الإيلاف maddesi

اَلْإِيلَافُ [el-îlâf] (hemzenin kesri ve meddiyle) Bin ʹadedi tamâm etmek ve bin ʹaded tamâm olmak; tekûlu: آلَفْتُ الْقَوْمَ إِيلَافًا إِذَا كَلَّمْتَهُمْ أَلْفًا وَآلَفُوا هُمْ بِأَنْفُسِهِمْ إِذَا صَارُوا أَلْفًا وَيُقَالُ أَيْضًا آلَفْتُ الدَّرَاهِمَ وَآلَفَتِ الدَّرَاهِمُ بِنَفْسِهَا Ve

إِيلَافٌ [îlâf] Me΄nûs kılmak maʹnâsına dahi gelir; tekûlu: آلَفَهُ هَذَا الْمَوْضِعَ غَيْرُهُ إِذَا جَعَلَهُ مَأْنُوسًا لَهُVe

إِيلَافٌ [îlâf] Ülfet tutmağa dahi derler; tekûlu: آلَفْتُ الْمَوْضِعَ أُولِفُهُ إِيلَافًا Ve minhu kavluhu taʹâlâ: ﴿لِإِيلَافِ قُرَيْشٍ إِيلَافِهِمْ﴾ (قريش، 1-2) Yaʹnî Ḣudây taʹâlâ ashâb-ı fîli helâk etti, tâ΄ife-i Ḵureyş’i Mekke-i müşerrefeye me΄nûs etmek için ve onların şitâ΄ ve sayf rıhletin cemʹ etmeleri için birinden fârig olduklarında birine şürûʹ etmekle. Pes ﴿لِإِيلَافِ قُرَيْشٍ إِيلَافِهِمْ﴾ kavli وَلِإيلَافِهِمْ takdîrinde olup harf-i ʹatf mahzûf olur, nitekim ضَرَبْتُهُ لِكَذَا لِكَذَا kavlinde vâv’ı hazf ederler.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı