eṡ-ṡaleb ~ اَلصَّلَبُ

Kamus-ı Muhit - الصلب maddesi

اَلصَّلَبُ [eṡ-ṡaleb] (fethateynle) Vech-i mezkûr üzere صُلْبٌ [ṡulb] lafzında lügattir ki arkada olan omurga kemiklerine denir, Fârisîde püşt-mâze derler. Ve

صَلَبٌ [ṡaleb] Çerviş yağına denir, وَدَكٌ [vedek] maʹnâsına.

اَلصَّلْبُ [eṡ-ṡalb] (ṡâd’ın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Asmak ve ber-dâr eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: صَلَبَ اللِّصَّ صَلْبًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا جَعَلَهُ مَصْلُوبًا Ve mahmûmun hummâsı şedîd ve dâ΄imî olmak maʹnasınadır; yukâlu: صَلَبَتْ عَلَيْهِ حُمَّاهُ أَيْ دَامَتْ وَاشْتَدَّتْVe eti kebâb ve biryân eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: صَلَبَ اللَّحْمَ إِذَا شَوَاهُVe kemiklerin yağını çıkarmak maʹnâsınadır; yukâlu: صَلَبَ الْعِظَامَ إِذَا اسْتَخْرَجَ وَدَكَهَاVe yakmak, ihrâk maʹnâsınadır; yukâlu: صَلَبَ الشَّيْءَ صَلْبًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي وَاْلأَوَّلِ إِذَا أَحْرَقَهُVe kovaya salîb düzmek maʹnâsınadır ki murâd kovanın ağızında olan salîbe şebîh iki ağaçtır; yukâlu: صَلَبَ الدَّلْوَ إِذَا جَعَلَ عَلَيْهَا صَلِيبَيْنِ

اَلصُّلْبُ [eṡ-ṡulb] (ṡâd’ın zammı ve lâm’ın sükûnuyla) ve

اَلصُّلَّبُ [eṡ-ṡulleb] (سُكَّرٌ[sukker] vezninde) ve

اَلصَّلِيبُ [eṡ-ṡalîb] (أَمِيرٌ [emîr] vezninde) Katı ve saht ve şedîd olan nesneye denir. Ve

صُلْبٌ [ṡulb] (ṡâd’ın zammıyla ve fethiyle de lügattir) Yağrınıdan kuyruk sokumuna gelince kadar arka kemiğine denir ki omurga taʹbîr olunur. Cemʹi أَصْلُبٌ [aṡlub] gelir, أَفْلُسٌ [eflus] gibi ve أَصْلاَبٌ [aṡlâb] gelir ve صِلَبَةٌ [ṡilebet] gelir, عِنَبَةٌ [ʹinebet] vezninde; yukâlu: قَصَمَ صُلْبَهُ وَهُوَ عَظْمٌ مِنْ لَدُنِ الْكَاهِلِ إِلَى الْعَجْبِ Ve

صُلْبٌ [ṡulb] Toprağı taş gibi, be-gâyet katı ve pek ve şedîd olan yere denir ki por taʹbîr olunur. Cemʹi صِلَبَةٌ [ṡilebet] gelir, عِنَبَةٌ [ʹinebet] vezninde. Ve

صُلْبٌ [ṡulb] Haseb ve kuvvet maʹnâlarına istiʹmâl olunur; yukâlu: هُوَ كَرِيمُ الصُّلْبِ أَيِ الْحَسَبِ ve yukâlu: لَهُ صُلْبٌ أَيْ قُوَّةٌ Ve Remlu ʹÂlic kurbünde صَمَّانُ [Ṡammân] nâm arza bir mevziʹ adıdır. Ve şâʹirin işbu: “سُقْنَا بِهِ الصُّلْبَيْنِ وَالصَّمَّانَا” mısrâʹında vâkiʹ صُلْبَيْنِ [ṡulbeyn] lafzı yâ zatında müfred olup zarûret-i vezn için tesniye bünyesiyle îrâd olundu, رَامَةٌ lafzında رَامَتَيْنِ dendiği gibi yâhûd murâd iki mevziʹ olup sıfat-ı salâbet her birinde gâlib olduğundan her birine صُلْبٌ [ṡulb] ıtlâk olunmuştur.

Vankulu Lugatı - الصلب maddesi

اَلصَّلَبُ [eṡ-ṡaleb] (ṡâd’ın ve lâm’ın fethiyle) Arkada olan kemikte lügattır, صُلْبٌ [ṡulb] maʹnâsına. Ve صَلَبٌ [ṡaleb] derler pek olan yere dahi.

اَلصِّلَبَةُ [eṡ-ṡilebet] Cemʹi gelir, mislu: قُلْب [ḵulb] ve قِلِبَة [ḵilebet]. Ve

صُلْبٌ [Ṡulb] Bir yerin adıdır, Ṡammân’da. Ve صَمَّانُ [Ṡammân] ṡâd’ın fethi ve mîm’in teşdîdiyle Remlu ʹÂlic yanında bir yerin adıdır. Ve hasebe dahi صُلْبٌ [ṡulb] derler, nitekim ʹafâfa yaʹnî salâh ve takvâya إِزَارٌ [izâr] derler. Ve

اَلصَّلِبُ [eṡ-ṡalib] (ṡâd’ın fethi ve lâm’ın kesriyle) Kezâlik katı, şedîd maʹnâsına.

اَلصَّلْبُ [eṡ-ṡalb] (ṡâd’ın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Asmak; yukâlu: صَلَبَهُ مِنَ الْبَابِ الثَّانِي

اَلصُّلُبُ [eṡ-ṡulub] (ṡâd’ın ve lâm’ın zammı ile) ve

اَلصُّلْبَانُ [eṡ-ṡulbân] Cemʹi gelir. Ve

صَلِيبٌ [ṡalîb] Kemikte olan ilik. Ve

اَلْإِصْطِلَابُ [el-iṡṯilâb] (hemzenin ve ṯâ’nın kesriyle) Kemikte olan iliği çıkarmak bir nesne yağlamak için.

اَلصُّلْبُ [eṡ-ṡulb] (ṡâd’ın zammı ve lâm’ın sükûnuyla) Katı nesne. Ve arkada olan omurga kemiği. Ve şol mekâna derler ki düz ve muhkem ola.

اَلصُّلَّبُ [eṡ-ṡulleb] (ṡâd›ın zammı ve lâm’ın teşdîdiyle) Geri şedîd maʹnâsınadır.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı