sirb ~ سِرْبٌ

Kamus-ı Muhit - سرب maddesi

Şârih der ki zâhiren savâb olan مَالٌ [mâl] olmaktır, zîrâ قَلْبٌ [ḵalb] lafzı tekrâr olur. Lisânu’l-ʹArab ve sâ΄ir ümmehâtta mîm’le مَالٌ [mâl] ʹunvânında mersûmdur. Meğer بَالٌ [bâl] ile hâtır murâd olup قَلْبٌ [ḵalb] ile yürek irâde oluna. Ve

سِرْبٌ [sirb] Nefs ve rûh maʹnâsınadır. Ve bir bölük hurmâ ağaçlarının topuna ve mecmûʹuna denir, جَمَاعَةُ النَّخْلِ maʹnâsına. Şârih-i nihrîr, ḩâ-yı mühmele ile نَحْلٌ nüshasını tahtiʹe eylemiştir.

اَلسَّرَبُ [es-sereb] (fethateynle) Vahşî cânver inine denir. Ve zîr-i zemînde kazılmış lağım ve izbe makûlesi yere denir. Ve hâne ve bâgçe içlerine su akacak künge denir. Ve şol cedîd kırba üzere dökülen suya denir ki kayışı ve sırımı ıslanıp dikiş yerleri müntefih olmakla derslerinden su neşf eylememek için dökerler. Ve akan suya denir. Esâs’ın beyânına göre kırbanın derzlerinden akan suya mahsûstur; yukâlu: سَالَ سَرَبُ الْقِرْبَةِ وَهُوَ الْمَاءُ الَّذِي يَقْطُرُ مِنْ خُرَزِهَا Ve Maḩmûd b. ʹAbdullâh b. Aḩmed el-Iṡbahânî ez-Zâhid el-Vâʹiż ve merkûmun kız karındaşı Ḋav΄ bint ʹAbdullâh ve Mubeşşir b. Saʹd b. Maḩmûd es-Serebiyyûn muhaddislerdir. Ve

سَرَبٌ [sereb] Masdar olur, kırba ve matara makûlesinin derzlerinden su sızıp akmak maʹnâsına; yukâlu: سَرِبَتِ الْمَزَادَةُ سَرَبًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا سَالَتْ

اَلسَّرْبُ [es-serb] (ضَرْبٌ [ḋarb] vezninde) Bi’l-cümle mâşiye kısmına denir, deve ve koyun ve keçi ve bakar gibi. Miṡbâḩ’ın beyânına göre سَرْبٌ [serb] fi’l-asl masdardır, mevâşî gündüz çobansız kendi başına otlamak maʹnâsınadır. O hayvâna سَارِبٌ [sârib] denir ve سَرْبٌ [serb] denir ki tesmiye bi’l-masdar kabîlindendir. Mü΄ellifin Baṡâ΄ir’de beyânına göre سَرْبٌ [serb] سَارِبٌ [sârib]in cemʹidir, رَكْبٌ [rekb] رَاكِبٌ [râkib]in cemʹi olduğu gibi. Ve

سَرْبٌ [serb] Gerçi bi’l-cümle mevâşîye ıtlâk olunur, lâkin deve kısmında müteʹâreftir. Hattâ “إِذْهَبِي فَلاَ أَنْدَهُ سَرْبَكِ” kavli Câhiliyyet’te talâk kinâyelerinden idi, لاَ أَرُدُّ إِبِلَكَ بَلْ أَتْرُكُهَا تَرْعَى وَتَذْهَبُ حَيْثُ شَاءَتْ maʹnâsına ki لاَ حَاجَةَ فِيكَ maʹnâsından kinâyedir. İntehâ. Ve

سَرْبٌ [serb] Yola ıtlâk olunur, tarîk maʹnâsına, mesrûbun-fîh olmak hasebiyle. Ve yön ve viche maʹnâsınadır; yukâlu: “خَلِّ لَهُ سَرْبَهُ” أَيْ وِجْهَهُ Ve göğüse denir, sadr maʹnâsına. Ve meşin ve sahtiyân makûlesi nesne dikmek maʹnâsına masdar olur, tekûlu: سَرَبْتُ الْقِرْبَةَ سَرْبًا أَيْ خَرَزْتُهُ Ve gümüş ve kurşun eriten kimsenin ağızına burnuna tütün dolmakla nefesi bunalmak maʹnâsınadır, ke-mâ se-yuzkeru.

Vankulu Lugatı - سرب maddesi

اَلسُّرُوبُ [es-surûb] (zammeteynle) Erkek davar merʹâya teveccüh etmek; yukâlu: سَرَبَ الْفَحْلُ يَسْرُبُ سَرْبًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ ve minhu kavluhu taʹâlâ: ﴿وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِاللَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ﴾ (الرعد 10) أَيْ ظَاهِرٌ Ve

اَلسَّرَبُ [es-sereb] (sîn’in ve râ’nın fethiyle) Deve ve sâ΄ir raʹy olunan davarlardır. Ve bundan me΄hûzdur ʹArabların kavli: “إِذْهَبْ فَلَا أَنْدَهُ سَرَبَكَ” أَيْ لَا أَرُدُّ إِبِلَكَ وَسَائِرَ مَوَاشِيكَ تَذْهَبُ حَيْثُ شَاءَتْ أَيْ لَا حَاجَةَ لِي فِيكَ Ve zamân-ı câhiliyyette ʹavretlerine talâk verdikleri hînde “إِذْهَبِي فَلَا اَنْدَهُ سَرَبَكِ” derlerdi. Ve

سَرَبٌ [sereb] Tarîka dahi derler; yukâlu: خَلِّ لَهُ سَرَبَهُ Ve yer altında olan eve سَرَبٌ [sereb] derler; yukâlu: إِنْسَرَبَ الْوَحْشِيُّ فِي سَرَبِهِ Ve سَرَبٌ [sereb]inde olan tilkiye سَرَبٌ [sereb] derler. Ve kırbadan akan suya dahi سَرَبٌ [sereb] derler; yukâlu: سَرِبَتِ الْمَزَادَةُ يَسْرَبُ مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا سَالَتْ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı