اَلصَّلْيُ [eṡ-ṡaly] (ṡâd’ın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Eti biryân etmek; tekûlu: صَلَيْتُ اللَّحْمَ وَغَيْرَهُ أَصْلِيهِ صَلْيًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي مِثْلُ رَمَيْتُهُ رَمْيًا إِذَا شَوَيْتَهُ Ve fi’l-hadîsi: “أَنَّهُ أُتِيَ بِشَاةٍ مَصْلِيَّةٍ أَيْ مَشْوِيَّةٍ” Ve
صَلْيٌ [ṡaly] Bir kimseyi âteş olduğu mekâna dâhil etmeğe dahi derler; tekûlu: صَلَيْتُ الرَّجُلَ نَارًا إِذَا أَدْخَلْتَهُ النَّارَ وَجَعَلْتَهُ يَصْلَاهَا Ve
صَلَا [ṡalâ] Kuyruk yanına derler ki maksûd kurbdür. Ve
صَلْي [ṡaly] Bir husûsta bir kimseye dâm kurmağa dahi derler helâk olsun diye; tekûlu: صَلَيْتُ لِفُلَانٍ إِذَا عَمِلْتَ لَهُ فِي أَمْرٍ تُرِيدُ أَنْ تَمْحَلَ بِهِ فِيهِ وَتُوقِعَهُ فِي هَلَكَةٍ
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı