el-ʹaṡab ~ اَلْعَصَبُ

Kamus-ı Muhit - العصب maddesi

اَلْعَصَبُ [el-ʹaṡab] (fethateynle) Gövdede olan sinirlere denir ki mefâsılın أَطْنَابٌ [aṯnâb]ı menzilesindedirler; müfredi عَصَبَةٌ [ʹaṡabet]tir; yukâlu; هُوَ قَوِيُّ الْعَصَبِ أَيْ أَطْنَابِ الْمَفَاصِلِ Ve şecer-i لَبْلاَبٌ [leblâb] ismidir ki sarmaşık taʹbîr olunan nebâttır. Ve kavmin eşrâf ve hıyârına عَصَبٌ [ʹaṡab] ıtlâk olunur; yukâlu: هُمْ عَصَبُ الْقَوْمِ أَيْ خِيَارُهُمْ Ve

عَصَبٌ [ʹaṡab] Masdar olur, gövdenin siniri çok olmak maʹnâsına; yukâlu: عَصِبَ اللَّحْمُ عَصَبًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا كَثُرَ عَصَبُهُ Ve

اَلْعَصْبُ [el-ʹaṡb] (ʹayn’ın fethi ve zammı ve sâd’ın sükûnuyla) Bu dahi sarmaşık ağacına denir.

Vankulu Lugatı - العصب maddesi

اَلْعَصَبُ [el-ʹaṡab] (fethateynle) ve

اَلْأَعْصَابُ [el-aʹṡâb] (hemzenin fethiyle) İkisi dahi عَصَبَةٌ [ʹaṡabet]in cemʹidir, sinirler maʹnâsına. Ve eşrâf-ı kavme dahi عَصَبٌ [ʹaṡab] ıtlâk olunur; yukâlu: هُوَ مِنْ عَصَبِ الْقَوْمِ أَيْ خِيَارِهِمْ Ve

عَصَبٌ [ʹaṡab] diye ʹilm-i ʹarûzda “mefâʹilet”ün lâm’ın iskân olunup “mefâʹîl”e nakl olunmaktır. Ve

عَصَبٌ [ʹaṡab] Et sinirli olmağa dahi derler; yukâlu: عَصِبَ اللَّحْمُ مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ أَيْ كَثُرَ عَصَبُهُ

اَلْعَصْبُ [el-ʹaṡb] (ʹayn’ın fethi ve ṡâd’ın sükûnuyla) Bir nesneyi muhkem dürmek. Ve bir nevʹ bürd-i Yemenî’ye dahi عَصْبٌ [ʹaṡb] derler. Ve

عَصْبٌ [ʹaṡb] Kavmin eşrefine de derler; yukâlu: ذَاكَ مِنْ عَصْبِ الْقَوْمِ ṡâd’ın hareketiyle dedikleri gibi, nitekim mürûr etti. Ve deve süt vermek için budun bağlamağa dahi derler; yukâlu: عَصَبْتُ فَخِذُ النَّاقَةِ لِتَدِرَّ Ve ağacın budakların bir yere cemʹ edip vurmak, yaprağı düşsün diye; yukâlu: عَصَبْتُ الشَّجَرَةَ إِذَا ضَمَمْتَ أَغْصَانَهَا إِلَيْهَا ثُمَّ ضَرَبْتَهَا لِيَسْقُطَ وَرَقُهَا Kâle’l-Ḩaccâc: “لَأَعْصِبَنَّكُمْ عَصْبَ السَّلَمِ”Yaʹnî سَلَمٌ [selem] ağacının budakları gibi sizi bir yere bağlarım. Ve سَلَمٌ [selem] ağacının dikeni olmağın budakların bir yere cemʹ edip bağlarlar, tâ ki aslın kesmeğe kâbiliyyet ola. Ve kavm bir kimseyi ortaya almağa dahi derler; yukâlu: عَصَبَ الْقَوْمُ فُلَانًا Ve deve etrâfını devr etmeğe dahi derler; yukâlu: عَصَبَتِ الْإِبِلُ فُلَانًا إِذَا دَارَتْ بِهِ Ferrâ eyitti: عَصَبَتِ الْإِبِلُ derler ve عَصِبَتْ dahi derler kesriyle, kaçan develer cemʹ olsalar: فَمَا كَانَ مَاضِيهِ مَفْتُوحَ الْعَيْنِ فَكُلُّهُ مِنَ الْبَابِ الثَّانِي Ve ağız yarı ağızda kurumağa dahi derler; yukâlu: عَصَبَ الرِّيقُ بِفِيهِ بِالْفَتْحِ إِذَا جَفَّ عَلَيْهِ Ve عَصَبَ الرِّيقُ فَاهُ dahi derler, nezʹ-i hâfid üzere. Ve ufuk kızarmağa da derler; yukâlu: عَصَبَ الْأُفْقُ أَيِ احْمَرَّ Ve koçun hâyaların bağlamağa dahi derler, tâ ki ihrâc etmeden sâkıt ola.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı