el-maḵʹad ~ اَلْمَقْعَدُ

Kamus-ı Muhit - المقعد maddesi

اَلْقُعُودُ [el-ḵuʹûd] (ḵâf’ın zammıyla) ve

اَلْمَقْعَدُ [el-maḵʹad] (mîm’in ve ʹayn’ın fethiyle ki masdar-ı mîmîdir) Mutlakan oturmak, جُلُوسٌ [culûs] maʹnâsınadır, ʹalâ-kavlin قُعُودٌ [ḵuʹûd] ayak üzerinden oturmak ve جُلُوسٌ [culûs] yatarken yâhûd secdede iken kalkıp oturmaktan ʹibârettir. Kavl-i evvele göre yukarıdan aşağıya ve sânîye göre aşağıdan yukarıya intikâlle olur; yukâlu: قَعَدَ الرَّجُلُ قُعُودًا وَمَقْعَدًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا جَلَسَ أَوْ هُوَ مِنَ الْقِيَامِ وَالْجُلُوسُ مِنَ الضَّجْعَةِ وَمِنَ السُّجُودِ Ve bâ΄ harfiyle müteʹaddî olur; yukâlu: قَعَدَ بِهِ إِذَا أَقْعَدَهُ Ve

قُعُودٌ [ḵuʹûd] Kıyâm maʹnâsına gelmekle zıdd olur; yukâlu: قَعَدَ الرَّجُلُ إِذَا قَامَ Ve kuş göğüsünü yere verip yatmak maʹnâsına istiʹmâl olunur; yukâlu: قَعَدَتِ الرَّخَمَةُ إِذَا جَثَمَتْ Ve hurmâ ağacı bir sene meyve tutup öbür sene boş kalmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: قَعَدَتِ النَّخْلَةُ إِذَا حَمَلَتْ سَنَةً وَلَمْ تَحْمِلْ أُخْرَى Ve bir adam cenk ve husûmette kendi hemtâsına gücü yetmek maʹnâsına istiʹmâl olunur; yukâlu: قَعَدَ فُلاَنٌ بِقِرْنِهِ إِذَا أَطَاقَهُ Burada bâ΄ taʹdiye içindir. Ve bir kimse cenk için akrânını tehyi΄e eylemek maʹnâsına istiʹmâl olunur; yukâlu: قَعَدَ لِلْحَرْبِ إِذَا هَيَّأَ لَهَا أَقْرَانَهَا Ve fidan özdek bağlamak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: قَعَدَتِ الْفَسِيلَةُ إِذَا صَارَ لَهَا جِذْعٌ أَيْ سَاقٌ Ve hatun veled ve hayzdan ve muʹâmele-i zevciyyeden kalmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: قَعَدَتِ الْمَرْأَةُ إِذَا صَارَتْ قَاعِدًا Ke-mâ se-yuzkeru. Ve

قُعُودٌ [ḵuʹûd] Hatun dul olmak إِيمَةٌ [îmet] maʹnâsınadır; yukâlu: قَعَدَتِ الْمَرْأَةُ إِذَا آمَتْ Ve

قَعَدَ [ḵaʹade] kelimesi efʹâl-i nâkısadan صَارَ maʹnâsına istiʹmâl olunur; ve minhu yukâlu: حَدَّدَ شَفْرَتَهُ حَتَّى قَعَدَتْ كَأَنَّهَا حَرْبَةٌ أَيْ صَارَتْ Yaʹnî “Bıçağını o rütbede biledi ki gûyâ ki mızrak yalmanı oldu” ve minhu yekûlûne: ثَوْبَكَ لاَ تَقْعُدْ تَطِيرُ بِهِ الرِّيحُ أَيْ لاَ تَصِيرُ الرِّيحُ طَائِرَةً بِهِ [Ve] ثَوْبَكَ lafzı muzmer إِحْفَظْ kelimesiyle mansûbdur.

اَلْمُقْعَدُ [muḵʹad] (مُكْرَمٌ [mukrem] vezninde) Kötürüm adama denir, Fârisîde zemîn-gîr derler. Ve

مُقْعَدٌ [muḵʹad] Istılâh-ı ʹarûziyyînde إِقْعَادٌ [iḵʹâd] ʹârız olan şiʹre denir ki her beytinde zihâf vâkiʹ ola, ʹalâ-kavlin beytinin ʹarûzundan bir ʹillet sebebiyle kuvveti naks olunmuş ola; yukâlu: شِعْرٌ مُقْعَدٌ وَهُوَ كُلُّ بَيْتٍ فِيهِ زِحَافٌ أَوْ مَا نُقِصَتْ مِنْ عَرُوضِهِ قُوَّةٌŞârih der ki kavl-i evvel İmâm Ḣalîl kavlidir, lâkin ekserî kütüb-i ʹarûzda إِقْعَادٌ [iḵʹâd]ı bahr-i kâmile tahsîs ve ʹarûzunun tenvîʹ ve ihtilâfıyla tansîs eylemişlerdir. Ve

مُقْعَدٌ [Muḵʹad] Selefte bir kimse ismidir ki sanʹatı oklara yelek geçirmek idi. Ve

مُقْعَدٌ [muḵʹad] Nesrîn yaʹnî kerkes dedikleri kuşun yavrusuna denir. Ve şol kerkes kuşuna denir ki bir zehr-nâk tuʹme ile sayd olunup yelekleri yolunmuş ola. Ve şol tâze hatun memesine denir ki yatkın olmayıp kalkık ola; إِقْعَادٌ [iḵʹâd] ikâme maʹnâsına da gelmekle zâhiren bu ondan me΄hûzdur; yukâlu: ثَدْيٌ مُقْعَدٌ أَيْ نَاهِدٌ لَمْ يَنْثَنِ Ve

مُقْعَدُالْأَنْفِ [muḵʹadu’l-enf] burunlarının delikleri geniş olan kişiye denir; yukâlu: رَجُلٌ مُقْعَدُ الْأَنْفِ إِذَا كَانَتْ فِي مِنْخَرَيْهِ سَعَةٌ

Vankulu Lugatı - المقعد maddesi

اَلْقُعُودُ [el-ḵuʹûd] (zammeteynle) ve

اَلْمَقْعَدُ [el-maḵʹad] (mîm’in ve ʹayn’ın fethiyle) Oturmak; yukâlu: قَعَدَ قُعُودًا وَمَقْعَدًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ أَيْ جَلَسَ Ve

قُعُودٌ [ḵuʹûd] Bir yerde karâr etmeğe dahi derler; yukâlu: قَعَدَ الزَّحْمَةَ إِذَا جَثَمَتْ Yaʹnî kaçan kerkes bir yerde karâr etse. Ve fidan özdek bağlamağa dahi derler; yukâlu: قَعَدَتِ الْفَسِيلَةُ إِذَا صَارَ لَهَا جِذْعٌ Ve جِذْعٌ [cižʹ] cîm’in kesriyle ve žâl-ı muʹcemenin sükûnuyla ağacın özdeği yaʹnî bedeni.

اَلْمُقْعَدُ [el-muḵʹad] (mîm’in zammı ve ḵâf’ın sükûnu ve ʹayn’ın fethiyle) Aksak, leng maʹnâsına; tekûlu minhu: أُقْعِدَ الرَّجُلُ عَلَى الْبِنَاءِ لِلْمَجْهُولِ Ve

مُقْعَدٌ [muḵʹad] Şol memeye derler ki dik dura aşağı yatmış olmaya. Ve sâhib-i Ṡurâḩ’ın مُقْعَدٌ [muḵʹad] “pistân-ı fürû-beste” dediği mutâbık değildir “fürû-nişeste” gerektir, gâlibâ tashîf olunmuştur.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı