ḵaref ~ قَرَفٌ

Kamus-ı Muhit - قرف maddesi

اَلْقَرَفُ [el-ḵaref] (fethateynle) Muhâlatat maʹnâsına olan مُقَارَفَةٌ [muḵârefet] ve قِرَافٌ [ḵirâf] lafzlarından ismdir, karışmağa denir. Ve bir gûne maraz ismidir ki deve kısmına ʹârız olup ihlâk eder. Ve maraz nüks edip hasta üzülmeğe denir; yukâlu: اَلْقَرَفُ أَشَدُّ مِنَ السَّلَفِ أَيْ نُكْسُ الْمَرَضِ Ve vebâ΄ ʹilleti olan mahalle takarrüb eylemeğe denir ki bulaşmağı müstelzimdir. Kâle’ş-şârih ve minhu’l-hadîs: “أَنَّ قَوْمًا شَكَوْا إِلَيْهِ عَلَيْهِ السَّلاَمُ الْوَبَاءَ فَقَالَ تَحَوَّلُوا فَإِنَّ مِنَ الْقَرَفِ التَّلَفَ” Ve kâle fi’n-Nihâye: “أَنَّهُ عَلَيْهِ السَّلاَمُ سُئِلَ عَنْ أَرْضٍ وَبِيَّةٍ فَقَالَ دَعْهَا فَإِنَّ مِنَ الْقَرَفِ التَّلَفَ” اَلْقَرَفُ مُقَارَفَةُ الْوَبَاءِ وَالْعَدْوَى ve kâle: لَيْسَ هَذَا مِنْ بَابِ الْعَدْوَى وَإِنَّمَا هُوَ مِنْ بَابِ الطِّبِّ فَإِنَّ اسْتِصْلاَحَ الْهَوَاءِ مِنْ أَعْوَنِ الْأَشْيَاءِ عَلَى صِحَّةِ الْأَبْدَانِ Ve

قَرَفٌ [ḵaref] Havâsı vahîm sıtmalı yere denir; yukâlu: أَرْضٌ قَرَفٌ أَيْ مَحَمَّةٌ Ve lâyık ve uygun maʹnâsınadır; yukâlu: هُوَ قَرَفٌ لَهُ أَيْ خَلِيقٌ جَدِيرٌ

اَلْقَرْفُ [el-ḵarf] (صَرْفٌ [ṡarf] vezninde) Bir şecer adıdır ki onunla dibâgat olunur. ʹAlâ-kavlin غَرْفٌ [ġarf] ve غَلْفٌ [ġalf] dedikleri cümlesi bir şecerdir ki mâddelerinde beyân olundu. Ve

قَرْفٌ [ḵarf] Meşinden düzülmüş bir türlü dağarcığa denir ki nar kabuğuyla dibâgat olunur ve içine havâyic ve bahârâtla puhte et kavurması korlar. Ve pek kırmızı şey΄e قَرْفٌ [ḵarf] denir, أَحْمَرُ قَانِئٌ maʹnâsına. Ve

قَرْفٌ [ḵarf] Masdar olur, bagy ve sitem eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: قَرَفَ عَلَيْهِمْ قَرَفًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا بَغَى عَلَيْهِمْ Ve karanfilin kuruduktan sonra kabuğunu gidermek maʹnâsınadır; yukâlu: قَرَفَ الْقَرَنْفُلَ إِذَا قَشَرَ بَعْدَ يُبْسِهِ Şârih der ki savâb olan قَرْفُ الْقُرْحَةِ ʹunvânında olmaktır ki çıbanı kuruduktan sonra kabuğunu soyup kavlatmak demek olur. Ve

قَرْفٌ [ḵarf] Bir kimseyi ʹayblamak yâhûd müttehem eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: قَرَفَ فُلاَنًا إِذَا عَابَهُ أَوِ اتَّهَمَهُ Ve kesb ü kâr eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: قَرَفَ لِعِيَالِهِ إِذَا كَسَبَ لَهُمْ Ve karıştırmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَرَفَ الشَّيْءَ إِذَا خَلَطَهُ Ve yalan söylemek maʹnâsınadır; yukâlu: قَرَفَ الرَّجُلُ إِذَا كَذِبَ

اَلْقِرْفَةُ [el-ḵirfet] (ḵâf’ın kesriyle) Töhmet ve iftirâya denir; yukâlu: هُمْ أَهْلُ قِرْفَتِي أَيْ تُهَمَتِي Ve hücnet [هُجْنَةٌ] maʹnâsınadır ki ana cânibinden olan noksândan ʹibârettir; yukâlu: بِهِ قِرْفَةٌ أَيْ هُجْنَةٌ Ve kazanca denir, kesb maʹnâsına; yukâlu: يَعِيشُ بِالْقِرْفَةِ أَيِ الْكَسْبِ Ve kabuğa denir, قِشْرَةٌ [ḵişret] maʹnâsına, husûsan nar kabuğuna denir. Ve

قِرْفٌ [ḵirf] ve

قِرْفَةٌ [ḵirfet] Burunda kuruyup kalan sümüğe denir. Ve bir nesne ile mütehhem olan adama denir; yukâlu: هُوَ قِرْفَتُهُ أَيْ مَنِ اتَّهَمَهُ بِشَيْءٍ Ve

قِرْفَةٌ [ḵirfet] Vech-i mezkûr üzere mazinne-i töhmet olan mahalle ve adama denir; ve minhu tekûlu: هُمْ قِرْفَتِي أَيْ عِنْدَهُمْ طَلِبَتِي Yaʹnî “Onlar matlûbum cihetiyle mazinne ve gümân eylediğim kimselerdir.” Ve tekûlu: سَلْهُمْ عَنْ نَاقَتِكَ إِنَّهُمْ قِرْفَةٌ أَيْ تَجِدُ خَبَرَهَا عِنْدَهُمْ Yaʹnî “Gâ΄ib eylediğin nâkanı onlardan su΄âl ve teftîş eyle ki mazinne yeri olmalarıyla haberini onlardan alırsın.”

قِرْفَةٌ [ḵirfet] Dârçînî nevʹinden bir gûneye denir, zîrâ bahâr-ı merkûm bir niçe türlü olur: Birisi maʹrûf dârçîn dedikleridir ki cismi eşḩam ve esḣan ve ekserü’t-teḣalḣül olur. Ve birisi قِرْفَةٌ [ḵirfet] dedikleridir ki kırmızı ve emles ve tatlılığa mâ΄il, zâhiri huşûnetli ve hoş-bû ve taʹmı tîz ve hirrîfiyyetli olur, buna Türkîde ʹanber kabuğu taʹbîr olunur. Ve bir nevʹi قِرْفَةُ الْقَرَنْفُلِ [ḵirfetü’l-ḵaranfül] dedikleridir ki rakîk ve pek ve karamtık olup aslâ tehalhülü olmaz ve râyihası karanfile şebîh olur, Türkîde ona karanfil kabuğu taʹbîr ederler. Ve mecmûʹ-ı aksâmı müsahhin ve mülattif ve müdirr ve müceffif ve muhaffiz ve mukavvî-i cimâʹdır. Ve

Vankulu Lugatı - قرف maddesi

اَلْقَرَفُ [el-ḵaref] (fethateynle) Maraza karîb olmak; yukâlu: أَخْشَى عَلَيْكَ الْقَرَفَ ve yukâlu: قَرِفَ قَرَفًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا دَنَا مِنْهُ Ve fi’l-hadîsi: “أَنَّ قَوْمًا شَكَوْا إِلَيْهِ وَبَاءَ أَرْضِهِمْ فَقَالَ تَحَوَّلُوا فَإِنَّ مِنَ الْقَرَفِ التَّلَفُ” Ve

قَرَفٌ [ḵaref] Müttehem olana dahi ıtlâk olunur; yukâlu: هُوَ قَرَفٌ مِنْ ثَوْبِي لِلَّذِي تَتَّهِمُهُ Yaʹnî sevble müttehem olan kimseye böyle denir.

اَلْقَرْفُ [el-ḵarf] (ḵâf’ın fethi ve râ’nın sükûnuyla) Deriden bir zarftır ki enâr kabıyla dibâgat olunur ve o zarfın içinde خَلْعٌ [ḣalʹ] dedikleri eti vazʹ ederler. Ve خَلْعٌ [ḣalʹ] şol ettir ki onu ete lâzım olan havâyic ile pişirip o zarfa korlar. Ve

قَرْفٌ [ḵarf] Çıbanın üzerinden derisin soymağa dahi derler; tekûlu: قَرَفْتُ الْقُرْحَةَ أَقْرِفُهَا قَرْفًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا قَشَرْتَهَا وَذَلِكَ إِذَا يَبِسَتْ Ve

قَرْفٌ [ḵarf] [Bir] kimseyi taʹyîb etmeğe dahi derler; tekûlu: قَرَفْتُ الرَّجُلَ إِذَا عِبْتَهُ Ve töhmet etmeğe de derler; yukâlu: هُوَ يَقْرِفُ بِكَذَا أَيْ يَرْمِي بِهِ وَيَتَّهِمُ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı