heb ~ هَبْ

Kamus-ı Muhit - هب maddesi

هَبْ [heb] (hâ’nın fethi ve bâ’nın sükûn üzere binâsıyla) Mâdde-i merkûmeden fiʹl-i emrdir, bağışla ve hibe eyle maʹnâsına. Ve أُحْسُبْ ve أُعْدُدْ maʹnâsına istiʹmâl olunur. Ve bu maʹnâda mutasarrıf değildir, hemân fiʹl-i emr olarak istiʹmâl olunur; tekûlu: هَبْنِي فَعَلْتُ كَذَا أَيِ احْسُبْنِي وَاعْدُدْنِي Yaʹnî “Beni hisâb eyle ki şöyle ettim.” Lisânımızda “Beni filân işi işledi say” taʹbîr olunur. Mütercim der ki kütüb-i nahviyyede bu mâddenin hülâsası budur ki هَبْ kelimesi efʹâl-i kulûba ilhâk ve onda hakîkat-ı ʹörfiyye olmuştur, أُحْسُبْ ve أُعْدُدْ maʹnâsına. Ve bunun nakli mecâz bi-mertebeteyn cihetiyledir ve mutasarrıf değildir ve gâliben iki mefʹûle taʹdiye eder. Ve bunda savâb olan zamîr-i muttasıl ilhâk olunmaktır; tekûlu: هَبْنِي فَعَلْتُ وَهَبْهُ فَعَلَ Ve bilâ-zamîrin istiʹmâlini baʹzılar tecvîz eylediler; ve yukâlu: هَبْنِي وَهَبُونِي وَهَبِينِي Yaʹnî hemân işbu vücûh-ı selâse ile müstaʹmeldir. Ve baʹzılar هَبْ أَنِّي فَعَلْتُ كَذَا ʹibâretini telhîn eylediler, lâkin nuhâta muhâliftir, zîrâ bu efʹâl-i kulûbdan olup ve efʹâl-i merkûmeden إِنَّ ve أَنَّ mefʹûleyn makâmına kâ΄im oldukları ʹinde’n-nahviyyîn ittifâk-kerdedir ve ʹaleyhi mâ-verede: “هَبْ أَنَّ أَبَانَا كَانَ حِمَارًا” ve Esâs’ta هَبْهُ رَجُلاً قَدْ أَخْطَأَ وَهَبْهُ قَدْ مَاتَ ʹunvânıyla mersûm ve إِجْعَلْهُ kelimesiyle müfesserdir ki zikr olunan وَهَبَنِيَ اللهُ فِدَاءَكَ أَيْ جَعَلَنِي kavlinden me΄hûzdur ki vech-i mesrûd üzere mecâz bi-mertebeteyn olur; ve kâle fîhi: سَمِعْتُ خَادِمًا لِي مِنَ الْيَمَامَةِ يَقُولُ وَقَدْ وَكَفَ السَّقْفُ يَا سَيِّدِي هَلْ أَهَبُ عَلَيْهِ التُّرَابَ بِمَعْنَى هَلْ أَجْعَلُهُ عَلَيْهِ وَيُقَالُ لِلْخَيْلِ هَبِي أَيْ أَقْبِلِي Ve bu “ه،ي،ب” mâddesinde mersûm ve meşrûhtur.

اَلْهِبَابُ [el-hibâb] (كِتَابٌ [kitâb] vezninde) Bu dahi neşât ve sürʹatle yürümek maʹnâsınadır; yukâlu: هَبَّ السَّائِرُ هَبًّا وَهِبَابًا إِذَا نَشِطَ وَأَسْرَعَ Ve هَبٌّ [hebb] ve هُبُوبٌ [hubûb] ve هِبَابٌ [hibâb] gelmek maʹnâsına istiʹmâl olunur; tekûlu: مِنْ أَيْنَ هَبَبْتَ هِبَابًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ أَيْ مِنَ أَيْنَ جِئْتَ Ve gâ΄ib ve nâbûd olmak maʹnâsına istiʹmâl olunur; tekûlu: أَيْنَ هَبِبْتَ حَنَّا هِبَابًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ أَيْ أَيْنَ غِبْتَ عَنَّا Ve baʹzı nüshada هَبِبْتَ عَنَّا ʹunvânıyla yaʹnî عَنْ kelimesiyle mersûmdur. Ve ḩâ-yı mühmele ile Saʹd kabîlesi lügatıdır ki onlar ʹayn’ı ḩâ’ya tebdîl ederler. Meselâ عَنْ bedeli حَنْ ve مَعَ ve نَعَمْ bedeli مَحَ ve نَحَمْ derler, hurûf-ı halktan olmakla tebdîl ederler, niteki Hužeyl kabîlesi ḩâ’yı ʹayn’a tebdîl edip meselâ حَتَّى lafzında عَتَّى telaffuz ederler. Ve Esâs’ta مِنْ أَيْنَ هَبَبْتَ يَا فُلاَنُ أَيْ مِنَ أَيْنَ جِئْتَ وَهَبَّ فُلاَنٌ حِينًا ثُمَّ قَدِمَ أَيْ سَافَرَ ʹibâretiyle mecâz olarak ve misâl-i sânîde حِينًا baʹde’l-hâ΄ yâ-yı tahtiyye ile mersûm olmakla burada dahi حِينًا ʹibâretiyle olup tagyîr-i nâsihle حَنَّا olmak da muhtemeldir, lâkin tefsîrinde عَنَّا ʹunvânı ondan âbî olmakla vech-i mezkûr üzere Saʹd lügatine mahmûl olmak evcehtir, zîrâ baʹzı mahallerde dahi mü΄ellifin bu gûne telvînâtı vâkiʹ olmuştur. Ve bir nesneye şürûʹ ve ibtidâ eylemek maʹnâsına istiʹmâl olunur; yukâlu: هَبَّ فُلاَنٌ يَفْعَلُ كَذَا أَيْ طَفِقَ Ve tekeyi keçiye yüğürmek için çağırmak maʹnâsınadır; tekûlu: هَبَبْتُ بِالتَّيْسِ أَيْ دَعَوْتُهُ لِيَنْزُوَ Ve Cevherî’nin هَبَبْتُهُ ʹunvânında yaʹnî bi-nefsihi müteʹaddî olmak üzere sebt ve îrâd eylemesi hatâdır. Ve

هَبٌّ [hebb] ve

هُبُوبٌ [hubûb] Kılıç vururken titremek maʹnâsınadır; yukâlu: هَبَّ السَّيْفُ إِذَا اهْتَزَّ Ve bir kimse müddet-i medîde gâ΄ib ve nâbûd olmak maʹnâsına istiʹmâl olunur; yukâlu: هَبَّ الرَّجُلُ إِذَا غَابَ دَهْرًا Ve cenkte bozulmak maʹnâsına istiʹmâl olunur; yukâlu: هَبَّ فِي الْحَرْبِ إِذَا انْهَزَمَ

Vankulu Lugatı - هب maddesi

هَبْ [heb] (hâ’nın fethi ve bâ’nın sükûnuyla) إِحْسَبْ [iḩseb] maʹnâsınadır; yukâlu: هَبْ زَيْدًا مُنْطَلِقًا أَيِ احْسَبْ İki mefʹûle taʹdiye eyler ve bundan mâzî ve müstakbel gelmez.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı