er-rîʹ ~ اَلرِّيعُ

Kamus-ı Muhit - الريع maddesi

اَلرِّيعُ [er-rîʹ] (râ’nın kesri ve fethiyle) Mürtefiʹ arza denir. ʹAlâ-kavlin iki dağ aralığında olan açık yola, ʹalâ-re΄yin mutlakan yola yâhûd dağda olan açık dere yoluna denir; tekûlu: رَأَيْتُهُمْ فِي رِيعٍ وَهُوَ الْمُرْتَفِعُ مِنَ الْأَرْضِ أَوْ كُلُّ فَجٍّ أَوْ كُلُّ طَرِيقٍ أَوِ الطَّرِيقُ الْمُنْفَرِجُ فِي الْجَبَلِ Ve yüksek dağa denir; yukâlu: نَزَلُوا فِي رِيعٍ أَيْ جَبَلٍ مُرْتَفِعٍ Müfredi رِيعَةٌ [rîʹat]tır. Ve her yüksek yerden dereye akan akıntıya denir. Ve

رِيعٌ [rîʹ] (râ’nın kesriyle) Savmaʹaya denir. Ve güvercin burcuna denir. Ve yüksek höyüğe denir; tekûlu: نَزَلْنَا فِي رِيعٍ أَيْ فِي تَلٍّ عَالٍ Ve ʹAmr b. ʹUsm’un feresi ismidir.

اَلرَّيْعُ [er-reyʹ] (بَيْعٌ [beyʹ] vezninde) ve

اَلرُّيُوعُ [er-ruyûʹ] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) Ve

اَلرِّيَاعُ [er-riyâʹ] (كِتَابٌ [kitâb] vezninde) ve

اَلرَّيَعَانُ [er-reyeʹân] (fetehâtla) Bir nesne bereketlenip artmak maʹnâsınadır; yukâlu: راَعَ الشَّيْءُ يَرِيعُ رَيْعًا وَرُيُوعًا وَرِيَاعًا وَرَيَعَانًا إِذَا نَمَا وَزَادَ Ve rücûʹ eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: راَعَ عَنْهُ إِذَا رَجَعَ Ve ekin dil-hâh üzere onmak maʹnâsınadır; yukâlu: رَاعَتِ الْحِنْطَةُ إِذَا زَكَتْ Ve

رَيْعٌ [reyʹ] Her şey΄in artmasına denir, hamur ve un ve tohum makûlesinin nemâ bulup artması gibi ve baʹzı pirinç olur ki bir avucu bir tencere pilav olur; yukâlu: فِي الْعَجِينِ رَيْعٌ أَيْ فَضْلٌ Ve

رَيْعٌ [reyʹ] Bâdiyede serâb oynamak maʹnâsınadır; yukâlu: يَرِيعُ السَّرَابُ رَيْعًا إِذَا اضْطَرَبَ Ve korkmak maʹnâsınadır ki vâvî ve yâ΄î olur; yukâlu: يَرِيعُ مِنْهُ أَيْ يَفْزَعُ Ve her şey΄in evveline denir ki gürlüğü ve fazl ve ikbâli hâleti olur, رَيَعَانٌ [reyeʹân] dahi denir, ke-mâ se-yuzkeru. Ve

رَيْعُ الدُّرُوعِ [reyʹu’d-durûʹ] Cenk esvâbından zırhın yenlerinden olan ziyâdesine denir ki el üzerinden parmaklara kadar gelir; yukâlu: حَذَفَ رَيْعَ دِرْعِهِ وَهُوَ مَا فَضُلَ مِنْ كُمَّيْهَا Ve

رَيْعُ الضُّحَى [reyʹu’ḋ-ḋuḩâ] Kuşluk vaktinin beyâzından ve letâfet ve hüsn-i berîk ve incilâsından ʹibârettir; tekûlu: أَعْجَبَنِي رَيْعُ الضُّحَى أَيْ بَيَاضُهُ وَحُسْنُ بَرِيقِهِ Ve

رَيْعٌ [reyʹ] Rücûʹ maʹnâsından masdar bi-maʹnâ mefʹûl olur, geri dönmüş nesneye denir, mektûb ve haber cevâbı gibi; yukâlu: لَيْسَ لَهُ رَيْعٌ أَيْ مَرْجُوعٌ

Vankulu Lugatı - الريع maddesi

اَلرِّيعُ [er-rîʹ] (râ’nın kesri ve meddiyle) Yüksek olan yer, arz-ı mürtefiʹa maʹnâsına. Ve ʹUmâre eyitti: رِيعٌ [rîʹ] dağa derler.

اَلرَّيْعُ [er-reyʹ] (râ’nın fethi ve yâ’nın sükûnuyla) Bir nesne büyüyüp ziyâde olmak. Ve

رَيْعٌ [reyʹ] Zırhın yanlarında artık gelen yerlerine dahi derler. Sâhib-i Ṡurâḩ’ın bu makâmda رَيْعٌ [rey΄] “fuzûnî-i dâmen-i zırh” dediği sehvdir, âstîn-i zırh gerektir. Ve

رَيْعٌ [reyʹ] ʹAvdet etmeğe dahi derler. Ve Ḩasen’den kay΄ ahvali su΄âl olundukta eyitti: هَلْ رَاعَ مِنْهُ شَيْءٌ سَائِلٌ Ḩasan’ın bu kelâmın fehm etmeyip “Bilmezem ne dersin yâ Ḩasen?” dedikte Ḩasan iʹâde-i kelâm edip هَلْ عَادَ مِنْهُ شَيْءٌ dedi. Ve

رَيْعٌ [reyʹ] Taʹâmın yaʹnî hamurun yoğrulmasında ve pişmesinde ziyâde gelmesi; yukâlu: راَعَ الطَّعَامُ إِذَا صَارَتْ لَهُ زِيَادَةٌ فِي الْعَجْنِ وَالْخَبْزِ Ve buğdayın ziyâde olmasına dahi derler; yukâlu: رَاعَتِ الْحِنْطَةُ إِذَا زَكَتْ Ve

رَيْعٌ [reyʹ] Bir nesne yırtılıp ayrılmağa dahi derler; yukâlu: إِذَا حِيصَ مِنْهُ جَانِبٌ رَاعَ جَانِبٌ أَيِ انْخَرَقَ Ve حَوْصٌ [ḩavṡ] ḩâ΄ ve ṡâd-ı mühmele ile dikmek maʹnâsınadır.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı