اَلْوَفَارَةُ [el-vefâret] (خَسَارَةٌ [ḣasâret] vezninde) ve
اَلْوَفْرُ [el-vefr] (حَفْرٌ [ḩafr] vezninde) ve
اَلْوُفُورُ [el-vufûr] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) ve
اَلْفِرَةُ [el-firet] (عِدَةٌ [ʹidet] vezninde) Mâl ve metâʹ firâvân olmak maʹnâsınadır; yukâlu: وَفُرَ الْمَالُ وَالْمَتَاعُ وَوَفَرَ وَوَفَارَةً وَوَفْرًا وَوُفُورًا وَفِرَةً مِنَ الْبَابِ الْخَامِسِ وَالثَّانِي إِذَا كَثُرَ Ve
فِرَةٌ [firet] Mâlı çoğaltmak maʹnâsınadır; yukâlu: وَفَرَ لَهُ الْمَالَ وَفْرًا وَفِرَةً مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا كَثَّرَهُ ve
وَفْرٌ [vefr] Bir adamın nâmûsunu şetm ve izdirâ ile kesr ve noksân vermeyip medh ve senâ ile muhâfaza eylemek maʹnâsına müstaʹmeldir, gûyâ ki ʹırz ve nâmûsunu tâm ve vâfir olarak ibkâ eder; yukâlu: وَفَرَهُ عِرْضَهُ وَفْرًا أَيْ لَمْ يَشْتِمْهُ يَعْنِي كَأَنَّهُ أَبْقَاهُ لَهُ كَثِيرًا طَيِّبًا لَمْ يَنْقُصْهُ بِشَتْمٍ وَعَيْبٍ Ve bir adamın ihsânını baʹde’l-kabûl senâ ve vech-i rızâ ile redd eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: وَفَرَهُ عَطَاءَهُ إِذَا رَدَّهُ عَلَيْهِ وَهُوَ رَاضٍ Ve
وَفْرٌ [vefr] Şol kırbaya ıtlâk olunur ki tamâmıyla bütün bir gönden çıkıp katʹâ bir yerinden kesilip eksilmemiş ola ve ona أَوْفَرُ [evfer] dahi denir; yukâlu: سِقَاءٌ أَوْفَرُ وَوَفْرٌ إِذَا صَارَ لَمْ يُنْقَصْ مِنْ أَدِيمِهِ شَيْءٌ
وَفْرٌ [vefr] ve
اَلْوُفُورُ [el-vufûr] (zammeteynle) Bir nesne çok olmak; yukâlu: وَفَرَ الشَّيْءُ وُفُورًا Pes müteʹaddî ve lâzım gelir. Ve ʹArabların “تُوفَرُ وَتُحْمَدُ” dedikleri وَفَرْتُهُ عِرْضَهُ وَمَالَهُ dedikleri kavllerinden me΄hûzdur. Ve Ferrâ eyitti: Kaçan bu mesel istiʹmâl olunmak lâzım gelse “تُوفَرُ وَتُحْمَدُ” dersin تُوثَرُ demezsin. Ve bu mesel şol yerde istiʹmâl olunur ki bir kimse bir kimseye ihsân etse o dahi ihsânı kabûl edip geri sâhibine redd eylese bî-huzûr olmaksızın.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı