اَلسَّهْمُ [es-sehm] (sîn’in fethi ve hâ’nın sükûnuyla) Hazz ve nasîb maʹnâsınadır; cemʹi سُهْمَانٌ [suhmân] ve سُهْمَةٌ [suhmet] gelir sîn’lerin zammıyla; yukâlu: لَهُ فِي هَذَا سَهْمٌ أَيْ حَظٌّ Ve kumar okuna denir ki onunla mukâraʹa olunur, yeleksiz ve temrensiz sâde olur; cemʹi سِهَامٌ [sihâm] gelir. مُقَارَعَةٌ [muḵâraʹat] maʹnâsına, مُسَاهَمَةٌ [musâhemet] bundandır. Ve
سَهْمٌ [sehm] نَبْلٌ [nebl] kelimesinin müfredidir ki ʹArabî oka denir, Fârisîde tîr denir, zîrâ نَبْلٌ [nebl] kelimesinin lafzından müfredi yoktur. Şârihin beyânına göre bunun da cemʹi lafzından سِهَامٌ [sihâm]dır. Ve
سَهْمُ الْبَيْتِ [sehmu’l-beyt] Türkîde dahi ok taʹbîr olunan direğe denir ki onu sakf altına uzatıp sâ΄ir direkleri ve ağaçları onun üzerine üstüvâr ederler. Ve
سَهْمٌ [sehm] Muʹâmelât ve mesâhâtta altı arşın mikdâra ıtlâk olunur; yukâlu: ضَرَبَ الْمَسَّاحُ بِسَهْمِهِ فِي الْأَرْضِ وَهُوَ مِقْدَارُ سِتِّ أَذْرُعٍ فِي مُعَامَلَاتِ النَّاسِ وَمِسَاحَاتِهِمْ Ve arslan tutacak kulübenin kapısı üzere vazʹ ettikleri musannaʹ taşa denir ki arslan o kulübe kapısından içeri girip zenberekle vazʹ olan tuʹmeye yapıştıkta kapan tahtası gibi o taş düşüp kapıyı sedd eder. Ve
سَهْمٌ [Sehm] Ḵureyş’ten bir kabîle adıdır ki Benû Sehm ile müteʹâreftir; kezâlik Bâhile kabîlesinden bir kabîle adıdır.
اَلسُهْمَانُ [es-suhmân] (sîn’in zammı ve hâ’nın sükûnuyla) Cemʹi, nasîbler maʹnâsına. Ve
سَهْمُ الْبَيْتِ [sehmu’l-beyt] Evin içinde arkırı kodukları ok ağacıdır ki sâ΄ir ağaçları onun üzerine tertîb ederler. Ve ona düğer dahi derler ve lisân-ı Fârisîde teje ve tîr-i hâne derler. Ve bu takrîrden sâhib-i Ṡurâḩ’ın سَهْمُ الْبَيْتِ [sehmu’l-beyt] gird-â-gird-i hâne dediği sehv olduğu zâhir olur, zîrâ Cevherî bu makâmda سَهْمُ الْبَيْتَ [sehmu’l-beyt]i câ΄izle tefsîr etmiştir. Ve bâb-ı zâ’da اَلْجَائِزُ الْجِذْعُ الَّذِي قَالَ لَهُ بِالْفَارِسِيَّةِ تِير وَهُوَ سَهْمُ الْبَيْتِ demiştir.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı