semʹ ~ سَمْعٌ

Kamus-ı Muhit - سمع maddesi

Mü΄ellifin Baṡâ΄ir’de beyânına göre سَمْعٌ [semʹ] zikr olunan kuvvetten ʹibârettir. Ve o kuvvetin fiʹli yaʹnî masdarı olur; yukâlu: سَمِعَ سَمْعًا Ve baʹzen onunla kulak irâde olunur, mahalliyyet iʹtibârıyla. Ve baʹzen lüzûm ʹalâkasıyla fehm ve gâhîce tâʹat murâd olur. Ve baʹzen kelâm-ı mesmûʹ irâde olunur. İntehâ. Ve

سَمْعٌ [semʹ] Kulağa ıtlâk olunur; yukâlu: أَلْقَى إِلَيْهِ سَمْعَهُ أَيْ أُذُنَهُ Ve kulakla işitilen söze ıtlâk olunur. Ve herkesin mesmûʹu olacak zikr-i cemîl ve sît-i hasene ıtlâk olunur, سَمَاعٌ [semâʹ] gibi, gûyâ ki cümlenin سَامِعَةٌ [sâmiʹat]ına sezâ olmak tasavvuruyladır. Bu maʹnâda sîn’in kesriyle de câ΄izdir. Ve işbu سَمْعٌ [semʹ] kelimesi fi’l-asl masdar olmakla müfredi ve cemʹi müsâvîdir. Ve أَسْمَاعٌ [esmâʹ] ve أَسْمُعٌ [esmuʹ] üzere cemʹlenir. Ve cemʹu’l-cemʹi أَسَامِعُ [esâmiʹ] gelir. Ve

سَمْعٌ [semʹ] Masdar olur, işitmek maʹnâsına; yukâlu: سَمِعَهُ سَمْعًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ Ve sîn’in kesriyle de lügattır, ʹalâ-kavlin fethle masdar ve kesr ile ismdir, işitmeğe denir.

اَلسِّمْعُ [es-simʹ] (sîn’in kesriyle) Mesmûʹu’l-kavl adama denir; yukâlu: رَجُلٌ سِمْعٌ أَيْ يُسْمَعُ وَقَالَ بَعْضُهُمْ يُقَالُ هَذَا امْرُؤٌ ذُو سِمْعٍ وَذُو سَمَاعٍ أَيْ يَلِيقُ بِأَنْ يُسْمَعَ Yaʹnî “Bu bir işitilecek ve işitilmeğe şâyân nesnedir.” Ve yekûlûne fi’d-duʹâ΄i: “أَللَّهُمَّ سِمْعًا لاَ بِلْغًا“ أَيْ يُسْمَعُ وَلاَ يَبْلُغُ Yaʹnî “Bu bir fenâ sözdür, işitilsin ammâ mahalline vâsıl olmasın.” Bir haber-i mekrûh mesmûʹ oldukta söylenir. Baʹzılar يُسْمَعُ وَلاَ يُحْتَاجُ إِلَى أَنْ يُبَلَّغَ maʹnâsıyla beyân eyledi ki “İşitilmesi kifâyet eder, eseri mahalline vâsıl olmağa hâcet yoktur” demek olur yâhûd يُسْمَعُ بِهِ وَلاَ يَتِمُّ maʹnâsınadır ki “İşitilsin ammâ vukûʹ bulmasın” demektir. Ve baʹzılar dediler ki kelâm-ı mezbûru bir muʹcib olmayan sözü işiten adam söyler ki “Bu vukûʹ bulacak söz değildir” demektir. Ve

سِمْعٌ [simʹ] Zikr-i cemîl maʹnâsınadır; yukâlu: ذَهَبَ سِمْعُهُ أَيْ ذِكْرُهُ الْجَمِيلُ Ve

سِمْعٌ [simʹ] Dişi sırtlan ile kurdun ictimâʹından hâsıl olan velede denir; mü΄ennesi سِمْعَةٌ [simʹat]tır. ʹArabların zuʹmüne göre حَيَّةٌ [ḩayyet] gibi bu dahi hatfe-enfihi helâk olmayıp ecel-i kazâ ile helâk olur. Şârihin beyânına göre bunun kuvvet-i sâmiʹası nihâyet derecede olur imiş, hattâ “أَسْمَعُ مِنْ سِمْعٍ” meseldir. Ve bu kuştan esraʹ olup otuz arşın mikdârından ezyed pertâv eder. Ve

سِمْعٌ [Simʹ] Bir dağın adıdır.

Vankulu Lugatı - سمع maddesi

اَلسِّمْعُ [es-simʹ] (sîn’in kesri ve mîm’in sükûnuyla) Zikr-i cemîl maʹnâsına; yukâlu: ذَهَبَ سِمْعُهُ فِي النَّاسِ وَيُقَالُ اللَّهُمَّ سِمْعًا لَا بِلْغًا أَيْ يَسْمَعُ بِهِ وَلَا يَتِمُّ Yaʹnî işitilsin, vukûʹ bulmasın. Ve

سِمْعٌ [simʹ] Mürekkeb olan sebuʹa dahi derler, yaʹnî şol kurt yavrusudur ki yeleli kurttan hâsıl ola. Ve fi’l-meseli: “أَسْمَعُ مِنَ السِّمْعِ الْأَزَلِّ” Ve أَزَلُّ [ezell] sağrısı ve butları hafîf olan hayvân ve cemîʹ kurt cinsinde bu sıfat vardır. Ve gâh olur أَزَلُّ [ezell]i terk edip “أَسْمَعُ مِنْ سِمْعٍ” derler.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı