Mü΄ellifin Baṡâ΄ir’de beyânına göre سُوءٌ [sû΄] mâddesi mutlakan insânı magmûm ve münfaʹil ve gussa-nâk eden şey΄e denir, gerek umûr-ı dünyeviyye ve uhreviyyeden ve gerek ahvâl-i nefsiyye ve bedeniyyeden ve gerek ahvâl-i hâriceden olsun, fevât-ı mâl ve fikdân-ı hamîm ve sadîk gibi. Baʹdehu birer münâsebetle maʹnâ-yı mahsûslarda istiʹmâl olundu ve sîn’in fethiyle ve zammıyla fark olundu. Ez-cümle sîn’in zammıyla âfât u ʹârızalarda ve fethiyle şerr ü şûrda istiʹmâl eylediler. İntehâ. Ve
سُوءٌ [sû΄] (sîn’in zammıyla) بَرَصٌ [baraṡ] ʹilletine ıtlâk olunur. Ve her âfet ü ʹârızaya ıtlâk olunur; ʹatfü’l-ʹâmm ʹale’l-hâss kabîlindendir. Ve zaʹf-ı basar ʹilletine denir. Ve âteşe ıtlâk olunur; ve minhu kavluhu taʹâlâ: ﴿ثُمَّ كَانَ عَاقِبَةَ الَّذِينَ أَسَاؤُا السُّوآى﴾ فِي قِرَاءَةٍ أَيْ مَنْ ضَمَّ السِّينَ أَيْ عَاقِبَةَ الَّذِينَ أَشْرَكُوا النَّارُ âyet-i merkûmede kırâ΄at-i meşhûre سُوآى [sû΄â] ʹunvânıyladır ki بُشْرَى [buşrâ] veznindedir, ke-mâ se-yuzkeru.
اَلسُّوءُ [es-sû΄] (bi’z-zamm) Gussa maʹnâsına; ve kuri΄e kavluhu taʹâlâ: “دَائِرَةُ السُّوءِ” (التوبة 98) بِالضَّمِّ يَعْنِي الْهَزِيمَةَ وَالشَّرَّ وَمَنْ فَتَحَ فَهُوَ مِنَ الْمَسَاءَةِ وَتَقُولُ هَذَا رَجُلُ سُوءٍ بِالْإِضَافَةِ ثُمَّ تُدْخِلُ الْأَلِفَ وَاللَّامَ فَتَقُولُ هَذَا رَجُلُ السُّوءِ قَالَ الْأَخْفَشُ لَا يُقَالُ الرَّجُلُ السُّوءُ وَيُقَالُ الْحَقُّ الْيَقِينُ وَحَقُّ الْيَقِينِ جَمِيعًا لِأَنَّ السُّوءَ لَيْسَ بِالرَّجُلِ وَالْيَقِينُ هُوَ الْحَقُّ Ve
سُوءٌ [sû΄] Baras maʹnâsına. Ve fücûr maʹnâsına da gelir.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı