heyd ~ هَيْدٌ

Kamus-ı Muhit - هيد maddesi

Mü΄ellif وَحَرَّكَهُ وَأَصْلَحَهُ ʹunvânında resm eylemekle her biri maʹnâ-yı mahsûs olmak üzere terceme olundu, lâkin Zemaḣşerî bir nesneyi ıslâh için tahrîk maʹnâsına resm etmekle ona göre ikisi bir maʹnâ olur, hattâ ifsâd için tahrîkte istiʹmâl olunmaz diye tasrîh eylemiştir. Ve Nihâye’de “لاَ يَهِيدَنَّكُمُ الطَّالِعُ الْمُصْعِدُ” hadîsinde asl اَلْهَيْدُ اَلتَّحْرِيكُ dedikten sonra قِيلَ لَهُ عَلَيْهِ السَّلاَمُ فِي مَسْجِدِهِ يَا رَسُولَ اللهِ هِدْهُ فَقَالَ بَلْ عَرْشٌ كَعَرْشِ مُوسَى hadîsinde أَيْ أَصْلَحَهُ وَقِيلَ هُوَ الْإِصْلاَحُ بَعْدَ الْهَدْمِ ʹibâretiyle muhtelif olduğunu işʹâr eylemiştir, zîrâ هَدْمٌ [hedm] tahrîk lâzımıdır. Ve sâ΄ir baʹzı ümmehâttan dahi Zemaḣşerî kavli münfehim olmakla ikisi maʹnâ-yı vâhid olmak müte΄eyyiddir. Ve

هَيْدٌ [heyd] Bir nesneyi yerinden izâle eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: هَادَهُ إِذَا أَزَالَهُ Ve bir tarafa sarf ve tahvîl eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: هَادَهُ إِذَا صَرَفَهُ Ve muztarib ve bî-karâr eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: هَادَهُ إِذَا أَزْعَجَهُ Ve zecr ve menʹ eylemek maʹnâsınadır. Ve baʹzılar yaʹnî Yaʹḵûb, يَهِيدُ kelimesi ancak harf-i nefy ile istiʹmâl olunur, müsbeten istiʹmâl olunmaz dedi; tekûlu: مَا يَهِيدُنِي ذَلِكَ أَيْ مَا يُزْعِجُنِي Ve bundan murâdı hemân sîga-i müstakbeldir, mâdde değildir, niteki ehâdîste müsbeten vârid olmuştur. Ve

هَيْدٌ [heyd] ve

هِيدٌ [hîd] (hâ’nın kesriyle) ve

هَادٌ [hâd] Deve kısmını durmaktan zecr ve âzâra mahsûs savttır ve maʹnâ-yı mezbûrdandır, ʹArablar bir kimsenin vazʹ ve şânından istifhâm mevkiʹinde هَيْدَ مَا لَكَ derler, dâl’ın nasbıyla, مَا شَأْنُكَ makâmında. Aslı أَهِيدُكَ yâhûd تَهَيَّدَنِي هَيْدًا idi ve minhu tekûlu: ضَرَبْتُهُ فَمَا قَالَ لِي هَيْدَ مَا لَكَ أَيْ لَمْ يَتَغَيَّرْ وَمَا قَالَ مَا شَأْنُكَ ve yukâlu: أَتَى فُلاَنٌ الْقَوْمَ فَمَا قَالُوا لَهُ هَيْدَ مَا لَكَ أَيْ مَا حَالُكَ Ve bu هَيْءَ مَا لَكَ gibi mesel mecrâsında cârî olmuştur. Ve ʹArablar “Filân adam bildiğine ve bilmediğine ihsân eder” diyecek yerde فُلاَنٌ يُعْطِي الْهَيْدَانَ وَالرَّيْدَانَ derler أَيْ يُعْطِي مَنْ عَرَفَ وَمَنْ لَمْ يَعْرِفْ [Ve] هَيْدَانٌ [heydân] هَيْدٌ [heyd]den sıfattır, muztarib eden adama denir ki burada murâd istiʹtâ ile muztarib edendir ve رَيْدَانٌ [reydân] râ-i mühmele ile رَوْدٌ [revd]den me΄hûzdur, müşâkeleten yâ’yla istiʹmâl olundu. Ve

هَادٌ [hâd] Hareket maʹnâsına gelir; yukâlu: مَا لَهُ هَيْدٌ وَهَادٌ أَيْ حَرَكَةٌ Ve

هَيْدٌ [heyd] Muztarib olan şey΄e denir, tesmiye bi’l-masdardır.

Vankulu Lugatı - هيد maddesi

هَيْدٌ [heyd] (hâ’nın fethi ve yâ’nın sükûnuyla) ve

هَادٌ [hâd] Bunların üçü dahi şol kelimelerdir ki bunlarla deveyi menʹ ederler. Ve ʹArabların مَا لَهُ هَيْدٌ وَلَا هَادٌ dedikleri مَا يُقَالُ لَهُ هَيْدٌ وَلَا هَادٌ maʹnâsınadır, yaʹnî ona mâniʹ olur kimse yoktur.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı