el-ḵulʹ ~ اَلْقُلْعُ

Kamus-ı Muhit - القلع maddesi

اَلْقُلْعُ [el-ḵulʹ] (ḵâf’ın zammıyla) Yürümek husûsunda kavî olan kişiye denir; yukâlu: رَجُلٌ قُلْعٌ أَيِ الْقَوِيُّ الْمَشْيِ Ve ayağı yerden ziyâdece kaldırarak yürümeğe denir; ve minhu fî sifatihi ʹaleyhi’s-salâtu ve’s-selâm: “إِذَا زَالَ زَالَ قُلْعًا” رُوِيَ بِالضَّمِّ وَبِالتَّحْرِيكِ وَكَكَتِفٍ أَيْ إِذَا مَشَى كَانَ يَرْفَعُ رِجْلَيْهِ مِنَ الْأَرْضِ رَفْعًا بَائِنًا لاَ كَمَنْ يَمْشِي إِخْتِيَالاً وَتَنَعُّمًا Yaʹnî “Fahr-i enâm ʹaleyhi’s-selâm hazretleri ayaklarını yerden gereği gibi yukarı kaldırarak meşy ederler idi ki kuvvetli kaldırıp ve kuvvetli vazʹ ederler idi.” Ashâb-ı nâz u nahvetin hatveleri mütekârib ayaklarını sürüyerek yürüdükleri gibi yürümezler idi. Ve bunda كَتِفٌ [ketif] veznindeki rivâyete göre vasf olur.

اَلْقَلَعُ [el-ḵalaʹ] (fethateynle) Uyuşmuş kana denir, عَلَقٌ [ʹalaḵ] gibi. Ve uyuzun gövdesinde pul pul kabuk tarzında kavlayan kavlara denir. Ve sıtmanın kesildiği vaktin ismidir; tekûlu: جَاءَنِي فِي قَلَعِ حُمَّاهُ أَيْ زَمَنِ إِقْلاَعِهَا Ve kayaların altlarında olan cânver deliklerine denir. Ve

قَلَعٌ [ḵalaʹ] Masdar olur, râkibin götü eyerde durmayıp beri öte kaymak maʹnâsınadır ki yeniçeri oturuşu taʹbîr olunur; yukâlu: قَلِعَ الرَّاكِبُ قَلَعًا وَقَلَعَةً مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا لَمْ يَثْبُتْ عَلَى السَّرْجِ Kezâlik güreş tutan kimsenin ayakları pâyidâr olmayıp beri öte dayınmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَلِعَ الصَّارِعُ إِذَا لَمْ يَثْبُتْ قَدَمُهُ عِنْدَ الصِّرَاعِ Ve belâdetten nâşî sözü fehm etmeyip kündlük eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: قَلِعَ الرَّجُلُ إِذَا لَمْ يَفْهَمِ الْكَلاَمَ بَلاَدَةً Ekser-i nüshalarda bu maʹnâlar أَوْ lafzıyla ihtilâf-ı lügât üzere mersûmdur, lâkin savâb olan her biri maʹnâ-yı mahsûstur.

اَلْقِلْعُ [el-ḵilʹ] (ḵâf’ın kesriyle) ve

اَلْقَلِعُ [el-ḵaliʹ] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) ve

اَلْقُلْعَةُ [el-ḵulʹat] (طُرْفَةٌ [ṯurfet] vezninde) ve

اَلْقُلَعَةُ [el-ḵuleʹat] (هُمَزَةٌ [humezet] vezninde) ve

اَلْقُلَّعَةُ [el-ḵulleʹat] (قُبَّرَةٌ [ḵubberet] vezninde) ve

اَلْقَلاَّعُ [el-ḵallâʹ] (شَدَّادٌ [şeddâd] vezninde) Götü eyerde durmayan râkibe ve ayağı yer tutmayan güreşçiye ve söz anlamayan belîde ve künd-zihn adama denir. Ve

قِلْعٌ [ḵilʹ] (ḵâf’ın kesriyle) Gemi yelkenine denir, شِرَاعٌ [şirâʹ] maʹnâsına. Ve nîm-ten zıbına denir. Ve çobanların hırt mırt çantalarına denir; cemʹi قِلَعَةٌ [ḵileʹat]tır, عِنَبَةٌ [ʹinebet] vezninde.

اَلْقَلْعُ [el-ḵalʹ] (مَنْعٌ [menʹ] vezninde) Bir nesneyi kökünden çekip koparmak, ʹalâ-kavlin yerinden bir tarafa ayırmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَلَعَهُ قَلْعًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا انْتَزَعَهُ مِنْ أَصْلِهِ أَوْ حَوَّلَهُ عَنْ مَوْضِعِهِ Ve

قَلْعٌ [ḵalʹ] Çobanların torba tarzında çantalarına denir ki içine zâdını ve nâkanın memelerini bağlayacak tahta ve ip makûlesi edevâtını vazʹ ederler; cemʹi قُلُوعٌ [ḵulûʹ]dur zammeteynle ve أَقْلُعٌ [aḵluʹ]dur, أَفْلُسٌ [eflus] vezninde; ve minhu’l-meselu: “شَحْمَتِي فِي قَلْعِي” Ekâzîb-i aʹrâbdandır ki sibâʹdan kurda demişler ki “Koyun sürüsünün yanında bir gulâm olsa ne yaparsın?” Cevâbında demiş ki “شَعْرَاءُ فِي إِبْطِي” Yaʹnî “Koltuğumda bir sinektir.” Murâd sehminden havf ederim demektir. Baʹdehu “Yâ bir kız bulunsa n’işlersin?” dediklerinde, “شَحْمَتِي فِي قَلْعِي” demiş, yaʹnî “Çantamda hâzır ekl edecek yağımdır.” Mesel-i mezbûr bir kimsenin mülkünde olup keyfe-mâ yeşâ΄u ve yahtâru mutasarrıf olacağı nesne hakkında darb olunur. Ve

قَلْعٌ [ḵalʹ] Duvarcının taş pâreleyecek küçük külünklerine denir. Ve bir maʹden ismidir ki ondan resâs-ı ceyyid yaʹnî iyi ve aʹlâ kalay zuhûr eder. Kalaya قَلْعِيٌّ [ḵalʹiyy] ıtlâkı ona nisbetledir ki giderek ʹalem menzilinde olmuştur. Ve

قَلْعٌ [ḵalʹ] Sıtma tutan adamı sıtma salıvermeğe denir ki ismdir; bunda ḵâf’ın kesri ve fethateynle lügattır; tekûlu: تَرَكْتُهُ فِي قَلْعٍ مِنْ حُمَّاهُ أَيْ فِي إِقْلاَعٍ مِنْهَا Ve

قَلْعٌ [ḵalʹ] ʹAzl eylemek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: قَلَعَ الْوَالِي فُلاَنًا إِذَا عَزَلَهُ

Vankulu Lugatı - القلع maddesi

اَلْقَلَعُ [el-ḵalaʹ] (fethateynle) Cemʹi, buluttan ʹazîm kıtʹalar maʹnâsına. Ve

قَلَعٌ [ḵalaʹ] Güreş tutmak hâlinde ayak pâyidâr olmamağa dahi derler; رَجُلٌ قَلِعُ الْقَدَمِdediğin kavlin masdarıdır lâm’ın kesriyle, kaçan güreş tutmak hîninde ayağı sâbit olmasa. Ve

قَلَعٌ [ḵalaʹ] Hummâdan halâs bulmağa dahi derler; yukâlu: تَرَكْتُ فُلَانًا فِي قَلَعٍ مِنْ حُمَّاهُ أَيْ فِي إِقْلَاعٍ مِنْ حُمَّاهُ

اَلْقَلْعُ [el-ḵalʹ] (ḵâf’ın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Koparmak; yukâlu: قَلَعْتُ الشَّيْءَ مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ Ve

قَلْعٌ [ḵalʹ] Şol zarfa derler ki çoban onun içine azığın ve nâkanın memesine bağlayacak ağaçları ve ipleri kor. Fi’l-meseli: “شَحْمَتِي فِي قَلْعِي” Ve

قَلْعٌ [ḵalʹ] Hummâdan berî olmağa dahi derler; yukâlu: تَرَكْتُ فُلَانًا فِي قَلْعٍ مِنْ حُمَّاهُ Ve

قَلْعٌ [ḵalʹ] Bir maʹdenin ismidir ki ondan iyi kalay çıkar.

اَلْقِلْعُ [el-ḵilʹ] (ḵâf’ın kesri ve lâm’ın sükûnuyla) Yelken, bâdbân maʹnâsına.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı