nekef ~ نَكَفٌ

Kamus-ı Muhit - نكف maddesi

اَلنَّكَفُ [en-nekef] (fethateynle) ʹÂr ve hamiyyetten yâhûd kibr ve nahvetten nâşî bir nesneden imtinâʹ eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: نَكِفَ عَنْهُ نَكَفًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا أَنِفَ مِنْهُ وَامْتَنَعَ Ve bir nesneden teberrî kılmak maʹnâsınadır; yukâlu: نَكِفَ مِنْهُ إِذَا تَبَرَّأَ مِنْهُ Ve bir adamın eli ağrımak maʹnâsınadır; yukâlu: نَكِفَتْ يَدُهُ إِذَا أَصَابَهَا وَجَعٌ Ve

نَكَفٌ [nekef] Çehrede çene ucuyla kulak yumuşağının aralığında olan hurde hurde bezlere ve yumrulara denir; müfredi نَكَفَةٌ [nekefet]tir.

اَلنَّكْفُ [en-nekf] (nûn’un fethi ve kâf’ın sükûnuyla) نَكَفٌ [nekef] ile maʹnâ-yı evvelde mürâdiftir; yukâlu:نَكَفَ عَنْهُ نَكْفًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ بِمَعْنَى نَكِفَ Ve yağmuru katʹ eylemek maʹnâsınadır ki murâd yağmur kendiden munkatıʹ olmaktır. Ve bu yol katʹ eylemek gibidir; tekûlu: نَكَفْتُ الْغَيْثَ إِذَا أَقْطَعْتَهُ يَعْنِي إِنْقَطَعَ عَنْكَ وَيُقَالُ غَيْثٌ لاَ يُنْكَفُ وَمَا نَكَفَهُ أَحَدٌ سَارَ يَوْمًا وَيَوْمَيْنِ أَيْ مَا أَقْطَعَهُ وَقَوْلُهُمْ غَيْثٌ لاَ يُنْكَفُ أَيْ لاَ يَنْقَطِعُ وَيُقَالُ بَحْرٌ أَوْ جَيْشٌ لاَ يُنْكَفُ أَيْ لاَ يُبْلَغُ آخِرُهُ وَلاَ يُقْطَعُ وَلاَ يُحْصَى Ve

نَكْفٌ [nekf] Akan göz yaşını parmakla yüzden bir tarafa çalıp silmek maʹnâsınadır; yukâlu: نَكَفَ الدَّمْعَ إِذَا نَحَّاهُ عَنْ خَدِّهِ بِإِصْبَعِهِ Ve bir nesneden ʹudûl eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: نَكَفَ عَنْهُ إِذَا عَدَلَ Ve bir adamın izini gâ΄ib ettikten sonra yumuşak yerde yine bulup izine düşmek maʹnâsınadır; yukâlu: نَكَفَ أَثَرَهُ إِذَا اعْتَرَضَهُ فِي مَكَانٍ سَهْلٍ لِأَنَّهُ إِذَا عَلَا ظَلَفًا مِنَ الْأَرْضِ لاَ يُؤَدِّي أَثَرًا

Vankulu Lugatı - نكف maddesi

اَلنَّكْفُ [en-nekf] (nûn’un fethi vekâf’ın sükûnuyla) Yağmuru katʹ etmek yaʹnî yağmur senden munkatıʹ olmak; tekûlu: نَكَفْتُ الْغَيْثَ مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ وَتَقُولُ هَذَا غَيْثٌ لَا يَنْكُفُ وَرَأَيْنَا غَيْثًا مَا نَكَفَهُ أَحَدٌ سَارَ يَوْمًا أَوْ يَوْمَيْنِ أَيْ مَا أَقْطَعَهُ ve

نَكْفٌ [nekf] Su çekilip tükenmeğe dahi derler; yukâlu: فُلَانٌ بَحْرٌ لَا يَنْكُفُ أَيْ لَا يَنْزَحُ Ve

نَكْفٌ [nekf] Göz yaşın silmeğe dahi derler; tekûlu: نَكَفْتُ الدَّمْعَ أَنْكُفُهُ نَكْفًا إِذَا نَحَّيْتَهُ عَنْ خَدِّكَ بِإِصْبَعِكَ Ve

نَكْفٌ [nekf] Bir nesnenin izin yavı kıldıktan sonra bulmağa dahi derler; tekûlu: نَكَفْتُ أَثَرَهُ نَكْفًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا عَلَا ظَلَفًا مِنَ الْأَرْضِ لَا يُؤَدِّي أَثَرًا فَاعْتَرَضْتَهُ فِي مَكَانٍ سَهْلٍ Ve ظَلَفٌ [żalef] żâ-i muʹcemenin ve lâm’ın fethiyle sarp yer. Ve

نَكْفٌ [nekf] Bir nesneden imtinâʹ etmeğe dahi derler, نَكَفٌ [nekef]te lügattır, fethateynle. Ve

نَكْفٌ [nekf] Bir nesneden ʹudûl etmeğe dahi derler; tekûlu: نَكَفْتُ عَنِ الشَّيْءِ إِذَا عَدَلْتَ مِثْلُ كَنَفْتُ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı