el-ḩaver ~ اَلْحَوَرُ

Kamus-ı Muhit - الحور maddesi

اَلْحَوَرُ [el-ḩaver] (fethateynle) Bir adamın gözünün siyâhı değirmi ve kapakları ince ve nâzük ve etrâfı berg-i semen gibi ak olduğu hâlde gözünün beyâzının beyâzlığı ve siyâhlığının siyâhlığı koyu ve şedîd olmak yaʹnî akı ak ve karası kara olmak maʹnâsınadır. ʹAlâ-kavlin bedeni sîm-i sâfî gibi pek beyâz olarak gözünün beyâz ve sevâdı pek koyu olmak maʹnâsınadır. Ve ʹalâ-re΄yin âhû gözü gibi bütün siyâh-çeşm olmak maʹnâsınadır. İşbu kavl-i sâlis benî-âdem gözünde olmayıp âhû ve câmûs gözlerinin vasfı olmakla baʹzı eşʹârda ber-vech-i istiʹâre istiʹmâl olunur; yukâlu: حَوِرَ الْغُلاَمُ وَالْجَارِيَةُ حَوَرًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا اشْتَدَّ بَيَاضُ بَيَاضِ عَيْنِهِ وَسَوَادُ سَوَادِهَا وَاسْتَدَارَتْ حَدَقَتُهَا وَرَقَّتْ جُفُونُهَا وَابْيَضَّ مَا حَوَالَيْهَا أَوِ اشْتَدَّ بَيَاضُهَا وَسَوَادُهَا فِي شِدَّةِ بَيَاضِ الْجَسَدِ أَوِ اسْوَدَّتِ الْعَيْنُ كُلُّهَا مِثْلَ الظِّبَاءِ وَلاَ يَكُونُ فِي بَنِي آدَمَ بَلْ يُسْتَعَارُ لَهَا [Ve] havrâ-i cinânın vech-i tesmiyeleri vasf-ı mezkûre mebnîdir. Ve

حَوَرٌ [ḩaver] Şol gül-i şeftâlû kırmızı sahtiyâna denir ki onunla sandık ve sepet ve at eyeri makûlesi nesneler kaplanır. Cemʹi حُورَانٌ [ḩûrân] gelir ḩâ’nın zammıyla. Kâle’ş-şârih ve minhu’l-hadîsu: كِتَابُهُ عَلَيْهِ السَّلاَمُ “لِوَفْدِ هَمْدَانَ لَهُمْ مِنَ الصَّدَقَةِ الثِّلْبُ وَالنَّابُ وَالْفَصِيلُ وَالْفَارِضُ وَالْكَبْشُ الْحَوَرِيُّ” أَيْ مَنْسُوبٌ إِلَى الْحَوَرِ وَهِيَ جُلُودٌ تُتَّخَذُ مِنْ جُلُودِ الضَّأْنِ تَصِيرُ حُمْرًا تُغَشَّى بِهَا السِّلاَلُ Ve

حَوَرٌ [ḩaver] Beyâzlığı için بَيْضَاءُ [beyḋâ΄] dedikleri haşebeye denir. Ve

حَوَرٌ [Ḩaver] Benât-ı Naʹş-ı Ṡugrâ dedikleri kevâkib-i şimâliyye-i sebʹadan üçüncü kevkebe denir, niteki “و،ق،د” mâddesinde tafsîl olundu. Ve kırmızıya boyanmış sahtiyâna denir; iç astarı ondan olan çizmeye خُفٌّ مُحَوَّرٌ derler, ke-mâ se-yuzkeru. Ve

حَوَرٌ [ḩaver] Sığıra denir, بَقَرٌ [baḵar] gibi. Cemʹi أَحْوَارٌ [aḩvâr]dır. Ve bir nevʹ nebât adıdır, müfredâtta kehrübâ ağacıyla beyân olunmuştur. Ve şol nesneye denir ki yanmış kalaydan masnûʹ olup nisvân tâ΄ifesi onunla yüzlerine tılâ ederler. Bu isfîdâc-ı Rûmî dedikleridir ki bir nevʹi kalaydan ve bir nevʹi kurşundan maʹmûl olur. Ve

حَوَرٌ [ḩaver] Şey΄ maʹnâsınadır; tekûlu: مَا أَصَبْتُ مِنْهُ حَوَرًا أَيْ شَيْئًا

اَلْحَوْرُ [el-ḩavr] (دَوْرٌ) [devr] vezninde) ve

اَلْمَحَارُ [el-meḩâr] ve

اَلْمَحَارَةُ [el-meḩâret] (mîm’lerin fethiyle) ve

اَلْحُؤُورُ [el-ḩu΄ûr] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) Geri dönmek, rücûʹ maʹnâsınadır; yukâlu: حَارَ الرَّجُلُ يَحُورُ حَوْرًا وَمَحَارًا وَمَحَارَةً وَحُؤُورًا إِذَا رَجَعَ Ve eksilmek, noksân maʹnâsınadır; yukâlu: حَارَ الشَّيْءُ إِذَا نَقَصَ Ve

حَوْرٌ [ḩavr] Başta sarılan sarığın görünen yaʹnî dolamının en alt dolamına denir, zîrâ sarık çözüldükte ona rücûʹ olunur ve bu tesmiye bi’l-masdardır. Kâle’ş-şârih ve minhu’l-hadîsu: “نَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الْحَوْرِ بَعْدَ الْكَوْرِ” مَعْنَاهُ النُّقْصَانُ بَعْدَ الزِّيَادَةِ أَوْ مِنْ فَسَادِ الْأُمُورِ بَعْدَ صَلاَحِهَا وَأَصْلُهُ مِنْ نَفْضِ الْعِمَامَةِ بَعْدَ لَفِّهَا Ve

حَوْرٌ [ḩavr] Hayrân olmak maʹnâsınadır; yukâlu: حَارَ الرَّجُلُ حَوْرًا إِذَا تَحَيَّرَ Ve su ve kuyu makûlesinin derinliğine ve dibine denir; yukâlu: بِئْرٌ بَعِيدَةُ الْحَوْرِ أَيِ الْقَعْرِ وَالْعُمْقِ ve minhu yukâlu: هُوَ بَعِيدُ الْحَوْرِ أَيْ عَاقِلٌ كَمَا يُقَالُ بَعِيدُ الْغَوْرِ ve yukâlu: فُلاَنٌ مَا يَحُورُ وَمَا يَبُورُ أَيْ مَا يَزْكُو وَمَا يَنْمُو Yaʹnî “neşv ü nemâ hâletine rücûʹ eylemez.” Ve مَا يَبُورُ kelimesi itbâʹdır, zîrâ itbâʹ ve izdivâc vâv ile de vardır. Ve

حَوْرٌ [ḩavr] Kassârlık eylemek yaʹnî bezi çırpıp ağartmak maʹnâsınadır; tekûlu: حُرْتُ الثَّوْبَ حَوْرًا أَيْ غَسَلْتُهُ وَبَيَّضْتُهُ

اَلْحُورُ [el-ḩûr] (ḩâ’nın zammıyla) Helâk maʹnâsınadır; tekûlu: رَأَيْتُهُ فِي وَرْطَةِ الْحُورِ أَيِ الْهَلاَكِ Ve eksilme, نَقْصٌ [naḵṡ] maʹnâsınadır; yukâlu: فُلاَنٌ قَدْ أَصَابَهُ حُورٌ فِي مَحَارَةٍ أَيْ نُقْصَانٌ فِي نَقْصٍ ke-mâ se-yuzkeru. Ve

حُورٌ [ḩûr] أَحْوَرُ [aḩver] ve حَوْرَاءُ [ḩavrâ΄] kelimelerinden cemʹ olur ki siyâh-çeşm mahbûb ve mahbûbeye denir, ke-mâ se-yecî΄u; yukâlu: غُلاَمٌ أَحْوَرُ وَجَارِيَةٌ حَوْرَاءُ وَغِلْمَانٌ وَجَوَارٍ حُورٌ Ve

حُورٌ [Ḩûr] Esâmîdendir: Ḩûr b. Ḣârice, Ṯayyi΄ kabîlesinden bir kimsedir. Ve

حُورٌ [ḩûr] إِحَارَةٌ [iḩâret] kelimesinden ki redd eylemek maʹnâsınadır, ism olur, redd ve iʹâde maʹnâsına; tekûlu: لَمْ يَتَيَسَّرْ لِي حُورُهُ أَيْ رَدُّهُ ve tekûlu’l-ʹArab: إِنَّهُ فِي حُورٍ وَبُورٍ أَيْ فِي غَيْرِ صَنْعَةٍ وَلاَ إِتَاوَةٍ أَوْ فِي ضَلاَلٍ Yaʹnî “Filân adam bir iş ile güçle mukayyed değildir, bî-kâr ve herze-gerddir yâhûd güm-râhtır.”

Vankulu Lugatı - الحور maddesi

اَلْحَوَرُ [el-ḩaver] (fethateynle) Şol kırmızı derilerdir ki onunla sepetler kaplarlar.

اَلْحَوْرُ [el-ḩavr] (ḩâ’nın fethi ve vâv’ın sükûnuyla)

اَلْحُورُ [el-ḩûr] (ḩâ’nın zammıyla) Kezâlik rücûʹ maʹnâsına. Ve fi’l-meseli: “حُورٌ فِي مَحَارَةٍ” أَيْ نُقْصَانٌ فِي نُقْصَانٍ Ve bu mesel darb olunur şol kimse hakkında ki hâli ziyâdeden noksâna yüz tuta. Ve

حُورٌ [ḩûr] Kezâlik ismdir, redd maʹnâsında; ve minhu kavluke: “طَحَنَتِ الطَّاحِنَةُ فَمَا أَحَارَتْ شَيْئًا” أَيْ مَا رَدَّتْ شَيْئًا مِنَ الدَّقِيقِ Ve

حُورٌ [ḩûr] Kezâlik helâk maʹnâsınadır.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı